function goClicked() { $('#yunero').empty().append(' loading ...'); youTubeURL=$('#youTubeUrl').val(); loadYunero(); }

25 Mayıs 2018 Cuma

OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK YAZISI: Galaksinin Batı Sarmal Kolu’nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler. Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı: Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu.Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi. Bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile. Her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü korkunç, aptal bir felaket meydana geldi. İşte bu kitap o felaketin doğurduğu bazı sonuçların öyküsüdür. Üstelik unutulmaması gereken şu ki: Dizinin daha ilk kitabındasınız ve yine bir perşembe yaklaşıyor, hafta sonuna az kaldı.

YAZAR: DOUGLAS ADAMS

ÇEVİREN: NİL ALT

YAYINEVİ: ALFA YAYINLARI

SAYFA SAYISI: 229

YORUM: Hepinize merhabalar. Çok gerçekçi bir kişilik olduğumu düşünüyorum. Bu sebepten ötürü de bilim kurgu kitaplarını pek sevmem fakat bu kitap gerçekten güzeldi. Bu tarz kitap pek okumadığım için  biraz bocaladım tabi ama genel hatlarını göz önünde bulundurursak güzel bir kitaptı.

Kitap bir radyo programından uyarlanmış anladığım kadarıyla. Kitabın ön sözü bu konuda geniş bir bilgi veriyor bizlere.  Kitabın konusuna gelelim hadi.

Kitap; kendi halinde yaşayan Artur Dent ile başlıyor. Gayet sıradan hiç bir özelliği olmayan bu vatandaş bir sabah uyanır ve evinin önündeki iş makinelerini görür. Evi ; belediye tarafından yıkılacak ve bir çevre yolu oluşturulacaktır. Artur da bütün bunların saçmalık olduğunu söyle ve evini savunmaya başlar. Bu sırada on beş yıl önce tanıştığı ve gayet sıra dışı arkadaşı koşarak Artur'un yanına gelir . Bu arkadaş uzaylı olan Ford dur. Ford; arkadaşı Artur'u kurtarmak ister çünkü on dakika sonra dünyanın sonu gelecektir ve bunu ona herkesin içinde söylemek istemez. Artur ve Ford bir şekilde biraz uzaklaşıp bir bara içmeye giderler. Burada Ford; Artur'a dünyanın birazdan sona ereceğini yaşamın biteceğini anlatır. Bundan bir kaç dakika sonra tüm dünyanın üzerinde sarı ve kocaman yüzlerce uzay araçları görünür ve ironik olarak şöyle bir duyuruyu yaparlar: Galaksiler arası yapılacak olan bir çevre yolunun  oluşturulması için bazı gezegenlerin yok edilmesi gerekmekte ve bu gezegenle arasında dünyada yer almakta. Gibi bir açıklamanın ardından dünyayı bir kaç dakika içerisinde yok ederler.

Dünya yok olmadan önce uzaylı arkadaşımız Ford baş parmağını kaldırır ve dünyayı yok etmekte olan gemilerden birine otostopla girer. Tabi ki yanında da İnsanlığın son örneği olan Artur vardır.

Sonrasında Artur'un uzaydaki garip ve eğlenceli yolculuğunu keyifle okuyoruz. Ben bilim kurgu kitaplarını pek sevmem ama bu kitap güzeldi. Benim gibi bilim kurgu okumakta zorlanan dostlarıma tavsiye ederim. Tabi bu kitabın kalın tek cilt versiyonu da var, benim gibi olan dostlar tek tek olan baskılardan başlarsa bence daha iyi olur. Hepinize iyi okumalar. Görüşmek üzere.


PUAN: 3.5


21 Mayıs 2018 Pazartesi

KEDİ BEŞİĞİ KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK YAZISI: Dinleyin: 

Gençken; iki karı önce, 250.000 sigara önce, 3.000 litre içki önce...

Çok daha gençken, adını 'Dünyanın Sona Erdiği Gün' koyacağım bir kitap için malzeme toplamaya başlamıştım. Kitap, gerçeklere dayanacaktı.

Kitap, mühim Amerikalıların, ilk atom bombasının Hiroşima'ya atıldığı gün ne yaptıklarını anlatacaktı. Hristiyan bir kitap olacaktı. Hristiyan'dım o zamanlar. Artık Bokononcuyum. Bokonon'un acı-tatlı yalanlarını öğretecek biri çıkaydı karşıma, daha o zamandan Bokononcu olurdum. Fakat Bokononculuk, Karayip Denizi'ndeki San Lorenzo Cumhuriyeti isimli küçük adayı çevreleyen çakıl taşlı plajların ve sipsivri mercanların ötesinde henüz bilinmiyordu.

Biz Bokononcular insanlığın, ne yaptıklarının farkına varmadan Tanrı'nın İradesi'ni yerine getiren takımlardan oluştuğuna inanırız.

Modern insana, deliliklerine dair bir başyapıt. Gezegenin sonuna dair apokaliptik bir öykü. Kara mizahla örülü bir gelecek tasavvuru.

YAZAR: KURT VONNEGUT

ÇEVİREN: SERKAN GÖKTAŞ

YAYINEVİ: APRİL YAYINCILIK 

SAYFA SAYISI: 233

YORUM: Herkese merhabalar benim ilk Kurt Vonnegut kitabım Kedi Beşiği oldu. Kitabın dili iraz garip neredeyse hiç betimleme yok. Kitap ne çok iyi ne çok kötüydü ama sonu çok yaratıcı güzel bitti.  Kitabın konusuna gelelim. 

Jonah adlı yazar adayımız Hiroşima'ya atılan atom bombasını anlatan bir kitap yazmak için yola koyulur bu yolda öncelikle atam bombasının babalarından biri olan Felix Hoenniker ve ailesinin peşine düşer. Çoktan ölmüş olan bilim adamının ailesine ulaşan Jonah kitabı için bilgi almaya çalışır. Bu uğraşlar, bu aile onu ta Lorenzo adasına kadar sürükler burada kitabı unutum Bokonon'cu olur ve hatta devletin başına geçer. Abzürt bir komedi fena olmayan bir hikaye. 

Vonnegut'a başlamak için iyi bir kitap mı ? açıkçası bilmiyorum ama ben yazarın diğer kitaplarına da bir şans vereceğim açıkçası. Sizin okuduğunuz ve çok sevdiğiniz Vonnegut kitabı varsa lütfen önerin bizde okuyalım. Şimdiden herkese iyi okumalar tekrar görüşmek üzere. 


PUAN:3.0

18 Mayıs 2018 Cuma


ÖLÜM DEFTERİ KİTAP YORUMU :

ARKA KAPAK YAZISI :

 Beş aydır sokaklarda yaşayan 16 yaşındaki Linus bir akşam yardım etmek istediği bir adam tarafından ilaçla uyutulup kaçırılır. Kendine geldiğinde bütün odalarına kameralar yerleştirilmiş olan beton bir binada tek başınadır. Günler geçtikçe, onun gibi kaçırılan yeni insanlar gelir. Önce küçük bir kız, sonra genç bir kadın, sonra bir adam, sonra bir adam daha… Her birinin odasına birer defter ve kalem bırakılmıştır. Elinizdeki kitap Linus Weems’in ölüm defteridir.


YAZAR : Kevin BROOKS

ÇEVİREN : Hilal DİKMEN

YAYINEVİ : Go Kitap

SAYFA SAYISI : 297

YORUM :  Herkese merhabalar. Bugün size oldukça ilginç bir kitaptan bahsedeceğim. Ölüm defteri,  Kevin Brooks 'ın yazdığı orijinal adı The Bunker Diary olan konusu epey ilgi çekici bir kitap.  Biz bu kitabı fuardan hakkında hiç bir şey bilmeden sadece arka kapak yazısına güvenip aldık. Arka kapak yazısı insana al beni oku diyordu resmen ama hiç beklediğim gibi bir kitap okumadım ben.

    ''Kör olduğunu sandım beni böyle kandırdı'' diyerek olayların nasıl olduğunu anlatmaya başlayan baş karakter Linus sokakta yaşayan 16 yaşında evden kaçmış bir genç. Bir gün yardım amacıyla yaşlı, sözde kör bir adamın arabasının yanına gidiyor ve eşyalarını arabaya taşırken bir anda kaçırılıyor. Altı oda, bir mutfak, bir banyosu olan  sığınak gibi bir yere hapsediliyor ve bu yerin kapısının olması gereken yerde bir asansör boşluğu var. Yukarı çıkmanın tek yolu da bu asansör. Işıklar belli saatlerde açılıp belli saatlerde kapanıyor. Yiyecek yok, içecek yok, her yerde kameralar var. Her oda da bir defter bir kalem. Can sıkıntısından yazmaya başlıyor Linus. Olanları yazıyor. Kendisinden sonra oraya hapsedilen beş kişi hakkında ve geçmişten aklına gelen anılarını yazıyor. Sığınağa başkaları geldikçe olaylar karışıyor. Hepsi birbirinden farklı altı karakter. Ama aralarından biri var ki sadece dokuz yaşında küçük bir kız . Linus ona kol kanat geriyor o çaresiz durumda hep kendisinden önce onu düşünüyor. Kitap bu karakterlerin o çaresizlik durumundaki hal ve tavırlarını konu alıyor.

  Şimdi de gelelim benim düşüncelerime. Öyle bir hayal kırıklığı yaşadım ki tarifi yok. Kitap bittiğinde sinirimden bütün kitabı parçalayıp atmak istedim. Hiç bir kitapta bu derece bir hayal kırıklığı yaşamamıştım. Konu çok güzel, ilginç, çok da merak uyandırıyor. Bütün kitap ''Bunları kaçıran kim, ne yapmaya çalışıyor bunu neden yapıyor ?''diye düşündüm durdum kendimce tahminlerde bulundum ve bütün kitabı bu soruların cevabı için okudum. Arada sıkıldığım ne zaman son bulacak bu durum dediğim çok oldu, sonunda her şeyin ortaya çıkacağını düşünüp sabrettim ama hiç bir soruma cevap alamadım çünkü bir son yoktu kitapta. Kitabı okuyanlar bu hayal kırıklığımı anlayacaklardır. Gerçekten hiç böyle bir şey beklemiyordum. Bu kitap ödül almış. Daha geniş bir açıdan bakarsanız kitaba bir son var aslında ama ben hakkım olduğunu düşünüyorum ya o kadar okudum bir açıklama olabilirdi sonda. "Sonra böyle oldu aslında insanları kaçıran psikopat bundan dolayı yapmış amacı buymuş falan filan." diye bir son bekliyordum. Çok depresif bir sondu. Belki de gerçekçi olduğu için almıştır yazar bu ödülü. Uzun lafın kısası pek önerebileceğim bir kitap olmadı benim için. Keşke bu kitapla hiç karşılaşmasaydım dediğim bir kitaptı. Gene okumak isteyenlere iyi okumalar dilerim Hoşça kalın ...

PUANIM: 1.0

MALAVİKA VE AGNİMİTRA KİTAP YORUMU :


ARKA KAPAK YAZISI : 


Kalidasa: MS 4. yüzyılda yaşadığı düşünülen Kalidasa, klasik Hint edebiyatının en önemli şair ve yazarları arasında yer alır. Hindistan'ın altın çağı olarak bilinen Gupta döneminde yaşamıştır. Hayatı hakkındaki bilgiler anlatılan efsanelere dayanmaktadır. Üçü dram, dördü şiir olmak üzere yedi eseri vardır. Eserlerinin konularını tarih, mitoloji ve dinden almıştır. Malavika ve Agnimitra'nın konusu özgün olmakla birlikte oyunda tarihten alınmış gerçek kişiler de yer alır.

Bir aşk hikâyesi olan Malavika ve Agnimitra muhtemelen yazarın gençlik dönemine ait bir çalışmadır.




YAZAR : Kalidasa

ÇEVİREN : H. Derya CAN

YAYINEVİ : İş Bankası Kültür Yayınları

SAYFA SAYISI : 101

YORUM : Herkese merhaba. Bugün alışılmışın dışında bir kitaptan bahsedeceğim. Hint edebiyatına ait olan Malavika ve Agnimitra bir tragedyadır. Yazarı Kalidasa,  Hindistan'ın en büyük şairi olarak kabul görmüştür ve Sir Willam Jones tarafından ''Hindistan'ın Shakespeare'i ''olarak isimlendirilen ilk kişidir. Prof. Lassen ise Kalidasa dan ''Hint Şiirinin parlayan yıldızı'' olarak bahsetmiştir. Daha öncede okuyup size bahsettiğim Şakuntala'da Kalidasa tarafından yazılmıştır. İki eserde de o dönem Hindistan'ı, Hintlilerin hayatları, inanışları hakkında ve en çokta aşk hakkında bir çok bilgi mevcut. Kitap aşkın üzerine kurulmuş, betimlemelerle zenginleştirilmiş kısa bir hikaye bir nevi ya da masal  bile denilebilir. Kitapta her şey Hindistan'a özgü olduğundan orada hangi bitkilerin yetiştiği bile satır aralarında öğrenebilirsiniz. Okuduğum bölümle alakalı olduğu için ben böyle kitapları daha ilgiyle okuyorum .

Çok kısa konusundan da bahsedeyim ;

Kral bir gün bir resimde, eşlerinden biri olan Kraliçe Dhari'nin yanında bir kız  görür ve ona vurulur. Bu kız Malavika'dır . Kraliçeye karşı kötü hissetmesine rağmen Malavika'nın da Kral'a  hisleri vardır. Fakat ikisininde birbirine aşık olmasına rağmen kavuşmalarına engel olmak isteyenler vardır. Bu tragedyada da Kral ve Malavika'nın aşkını okuyoruz. Bölüm hocam Derya Can'ın emek verip çevirdiği bu eseri okurken ben keyif aldım umarım sizde alırsınız. Şimdiden iyi okumalar dilerim.

PUANIM: 4.0 

16 Mayıs 2018 Çarşamba

CEHENNEM ÇİÇEĞİ  KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK YAZISI:

 Alper Canıgüz'ün eşsiz kahramanı Alper Kamu'yla birlikte her türlü şiddetin hüküm sürdüğü bir atmosferde, kırık hayatların, küllenmiş aşkların ve daha nice esrarın peşinde kara mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.

Kahramanımız, bu kez bir çocuğun ölümü ve eski bir aşk hikayesinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için uğraşırken, "İnsanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var ki?" diyen bir dedektife yakışacak şekilde, adalet kavramımızı sorguluyor.

Cehennem Çiçeği; ilk üç romanıyla edebiyatımızda kendine özgü ayrıcalıklı bir yer edinen Alper Canıgüz'den kahkaha ve gözyaşının iç içe geçtiği büyülü bir serüven.



YAZAR: ALPER CANIGÜZ

YAYINEVİ: APRIL YAYINCILIK

SAYFA SAYISI: 221

YORUM: Herkese merhabalar ben Alper Canıgüz'ü çok seviyorum kara mizah, absürt komedi denince aklıma gelen ilk insan. Cehennem çiçeği benim hayran olduğum bir kitap oldu. Oğullar ve Rencide ruhların devam niteliğinde bir kitap. Oğullar ve Rencide ruhlarI okuduktan sonra bu kitabı okumanızı tavsiye ederim fakat illaki ilk kitabı okuyun yoksa anlamasınız gibi bir durum yok. Kitabın konusuna geçelim hadi. 

Kitap yine bir polisiye ama polislerin olmadığı bir polisiye, Canıgüz polisiyeye çok değişik bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve bize de ayrı bir okuma zevki veriyor. Bu kitabı "Polisiye hiç sevmem." diyen kişiler bile sevecek. 

Alper Kamu beş yaşında çok sevimli bir çocuk ve intihara çok meyilli bunun en önemli etkeni de çok zeki ve hayatın acı yüzünü daha o yaşta görmüş olması. Bir gün amcasının ölüm haberini alır ve amcasının neden öldüğü daha doğrusu intihar ettiğini araştırırken bir yandan da  mahallesine yeni taşınan ailenin ölen en küçük çocuğunun ölüm nedeninin araştırır. Kamu; dedektiflere taş çıkaracak şekilde insanları sorgular. Bir  çocuk olmanın getirdiği avantajları mutlaka yaşıyor Kamu. Çocuk olarak görüldüğü için yanında bazı şeyleri konuşmaktan kaçınmayan insanlardan polisin öğrenemediği bir çok şey öğreniyor. Cinayetleri yine tek başına çözecek olan bu küçük kahraman bakalım ne gibi zorluklarla karşılaşıyor. Hadi hemen gidip alın elinize ve başlayın bu kitaba. Umarım Canıgüz; Alper Kamu'nun maceralarını yazmaya devam eder. Şimdiden hepinize iyi okumalar. 

"Tanrı gibi düşün, inanıyorsan  var olup olmaması pek önemli değil.Ayrıca en büyük inkarcının  da en inançlının da  içinde bir nebze kuşku vardır. Ve elbette ki, aşk da tanrıda ölümsüzdür." 

PUAN:5.0

8 Mayıs 2018 Salı

 PRAG MEZARLIĞI KİTAP YORUMU : 

ARKA KAPAK YAZISI: 19. yüzyılda Paris: Komün Günleri; hançer darbeleri; absent dumanları arasında hazırlanan cinayetler; kanalizasyonda yatan cesetler; patlamalar; isyanlar; takma sakallar; sahte noterler; düzmece vasiyetler; satanist örgütler; kara ayinler; cinsellikle pek fazla ilgilenmeyen, hastalarının rüyalarına burnunu sokmamaya kararlı bir Doktor Froïde Torino, Palermo, Paris şehirlerinde dolaşan histerik bir satanist; iki kez ölen bir rahip; masonlara karşı entrikalar kuran Cizvitler; rahipleri kendi bağırsaklarıyla boğan masonlar; çarpık bacaklı raşitik bir Garibaldi; bir sahte belgenin Siyon Bilgelerinin Protokollerine dönüşmesi...

Umberto Eco, 2010 yılında İtalya'da yayımlanır yayımlanmaz çoksatarlar arasına giren romanı Prag Mezarlığı'nda, çok renkli, çok katmanlı, çok kişilikli bir dünya sunuyor bize. Hitler'in Yahudi soykırımının gerekçesini oluşturduğu iddia edilen Siyon Bilgelerinin Protokolleri'nin ortaya çıkışını ele alıyor bu eserde. Dönemin popüler macera romanlarından gazete yazılarına kadar çok sayıda kaynağın bir araya gelmesiyle oluşan protokollerin tarihçesini, o dönemin tefrika romanlarına uygun bir tarzda ve tabii ki her zamanki gibi engin tarih, edebiyat ve popüler kültür bilgisini konuşturarak romanlaştırıyor. Üstelik dönemin kaynaklarından seçilmiş uygun resimlerle. Okurları tam bir karnaval bekliyor!

YAZAR: UMBERTO ECO

ÇEVİREN: EREN YÜCESAN CENDEY

YAYINEVİ: DOĞAN KİTAP

SAYFA SAYISI: 493

YORUM: Hepinize merhabalar. Ben Eco okumaya "Gülün Adı" ile başladım çok da beğenerek okumuştum. Eco okurunu kitaplarda biraz sınayan test eden birisi ve gerçekten bizim çok uzak olduğumuz konuları bile en ince ayrıntısına kadar biliyor. Bu ince bilgilerini de okura anlamak ve aydınlatmak istiyor ama bu bazen çok kafa karıştırıcı olabiliyor. Doğan  Yayın grubunu  genelde severim ama bu kitap beni yayın evi durumundan biraz hayal kırıklığına uğrattı. Neredeyse beş yüz  sayfa kitapta çok fazla İtalyanca ve Fransızca kelime var bunun yanı sıra bazı jargonlar yer alıyor bu bağlamda kitapta hiç bir asterisk  yoktu.  Kitap size bilmediğiniz kelime yada kişi yada he hangi bir durum hakkında bilgi vermiyor bütün iş sizde kitapta  iki sayfada bir durup İnternet'e baş vurmalısınız. "Gülün Adı" romanı "Can Yayınları "ndan çıkıyor ve kitapta dip notlarla her türlü bilgi okura veriliyordu. Bu Konuları göz önünde bulundurursak bu kitabı okumak hayli emek ve sabır istiyor.  Yazara hiç bir sözüm yok inanılmaz bilgili ve çağımızın en önemli bilim adamlarından  birisi kitaplarını da tümü gerçek kisiler ve olaylara dayandırıyor. 

Prag  Mezarlığının konusuna gelelim. Simonini adında yaşlı bir kalpazan bir gün Fransa'daki evinde uyanır ve alış veriş yapmak için dışarı çıkar. Evine geri döndüğünde bir rahip cüppesi ve peruğu görür. Evine hırsız girdiğini düşünür ama evde kimse yoktur. Evi aramaya başlar ve kıyafet dolabının arkasından gizli bir geçitle karşı eve geçer. Burada bu rahibe ait eşyalar vardır. Simonini neler olduğunu anlayamaz ama  aklına önceden duyduğu bir  hastalık gelir. İnsanlar bir gün içinde birden fazla kişi olduklarını sanıyorlar kişilik problemleri çekiyorlar  bu psikolojik hastalığa yakalanıp yakalanmadığını anlamak için oturup kalem ve kağıt alır tüm geçmişini hatırlamak için yazmaya başlar. Bizde Simonini'nin yazdıklarını okur, onun çocukluğundan  yaşlılığına kadar olan olayları takip ederiz.

Çocukluğunu dedesinin yanında İtalyada geçiren Simonini tam bir Yahudi düşmanıdır ve bu özelliğini dedesinden almıştır. Dedesi ölünce üniversiteyi bitiren Simonini bir Noterin yanında işe girer ve sahte belge düzenlemeyi de bu Noterden öğrenir. Sonraları Notere iyi bir kazık atıp mal varlığına el koyar. Derin devlet  Simonini'nin bu özelliğini öğrenir ve onu gizli görevlerde kullanmaya başlar. 

Kitap böyle, kitabın içinde bolca Dünya Siyasi Tarihi bolca Hristiyan ve Yahudi tarihi okuyacaksınız şimdiden başarılar dilerim. Eco okumak zordur ve ben 24 yaşında birisi olarak bu kadar çok bilgiyi kaldıramadım. Çok sindirilerek okunması gerekiyor. Eco'nun anlattıkları kesinlikle çok önemli. Benim  tavsiyem benden küçük olan arkadaşların bu kitabı daha sonralara saklaması  bende ileride yılla sonra daha olgun biri olarak bu kitabı okumak istiyorum. 

Şimdilik bu kadar görüşmek üzere.  

PUAN: 3.5

7 Mayıs 2018 Pazartesi

GÜNEŞİ UYANDIRALIM KİTAP YORUMU:


ARKA KAPAK YAZISI:

  Şeker Portakalı'nın sevimli, küçük kahramanı Zeze işte yine karşınızda. Gözlerinin içi yine ışıl ışıl, yüreği yine sevgi dolu. Ama hüzünleri, biraz daha büyümüş bir çocuğun hüzünleri. Küçüklüğündeki küçük Şeker Portakalı yok, ama bu kez de yüreğinde sevgili kurbağası var. Zengin ve aşırı alıngan bir aile tarafından evlat edinilmiş. Ama Zeze yeni babasının iyi niyetine karşılık vermiyor. Evdeki biricik dostu, aşçı Dadada. Bir de düşlerindeki, yeri doldurulamayan, yüreğine kadar sokulup yerleşen kurbağa ve bir filmde görerek gerçek babasının yerine koyduğu ünlü Fransız şarkıcısı Maurice Chevalier. Çok parlak bir öğrenci olan Zeze sırılsıklam âşık oluyor. O güne kadar herkesi kızdıran, kimi de tehlikeli şeytanlıklar yapan bir çocuk. Çocukluğunun sonu, yeniyetmeliğin ilk adımları, verilmesi gereken yalnızlık sınavı...Zeze'nin, dostlarını hayâl kırıklığına uğratması olanaksız. Onun her yaştan pek çok dostu olduğunu da iyi biliyoruz. Şeker Portakalı'nın devamı olan Güneşi Uyandıralım'ı da çok seveceğinize inanıyoruz. Dizinin üçüncü kitabı olan Delifişek'te bu kez, Zeze'yi delikanlılık yaşında bulacaksınız.

YAZAR : Jose Mauro De Vasconcelos

ÇEVİRMEN : Aydın EMEÇ

YAYINEVİ : Can Yayınları

SAYFA SAYISI : 273

YORUM : Herkese merhabalar. Benim için çok değerli olan Zeze'nin maceralarının devam ettiği Güneşi Uyandıralım kitabından bahsedeceğim bugün size. İçimi burkan kalbimi acıtan bir sonla biten Şeker Portakalı'ndan sonra bu kitaba iyi şeyler olması umuduyla başladım. Zeze'nin çok mutlu olmasını artık narin kalbinin hiç kırılmamasını istesem de, bu kitapta da Zeze'yi üzecek kalbini acıtacak bir çok olay oluyor. Spoiler vermeden kısaca bahsedeyim konusundan ;

 Zeze kitabın başında on bir yaşında ve zengin bir ailenin yanına iyi bir öğretim görmesi için verilmiş. Babası doktor annesi de çok otariter bir ev hanımı. Birde cadıdan farksız bir kız kardeşi var . Dinlerine ölesiye düşkün aile, iyi yetişmesi için ve iyi bir çocuk olabilmesi için çok katı kurallara tabi tutuyorlar narin Zeze'yi. Öyle ki her gün piyona çalışmak zorunda olduğundan Zeze sevdiği her şeyden mahrum kalıyor. Küçüklüğünden beri kanı kaynayan Zeze arkadaşlarıyla oyun oynayamıyor ağaçlara çıkıp istediği gibi eğlenemiyor. Piyano, kilise ve okuldan başka hayatında başka hiç bir şey yok. Bu durumdan dolayı çok üzgün olan Zeze günlerden bir gün odasında hayatta en çok korktuğu şeylerden biri olan bir kurbağa ile karşı karşıya kalıyor ama bu kurbağa konuşuyor ve Zeze'nin yüreğine girip hiç bir şeyden korkmamasına yardımcı olmak istediğini söylüyor. Aynı zamanda neredeyse unutmak üzere olduğu isimle Zeze olarak sesleniyor kurbağa ona. Kurbağanın kalbine girmesine izin verdikten sonra her şey değişiyor Zeze pek çok kalp acıtan şey yaşamasına rağmen Kurbağa sayesinde bunları atlatabiliyor. Film yıldızlarından baba olarak  seçtiği Maurice 'de Zeze'nin sevgi kaynağı. Daha bir çok altın kalpli karakter var Güneşi Uyandıralım'da. Kalbi her daim sevgiye aç olan Zeze aşık oluyor birde ama ne aşk. Artık delikanlı olan Zeze bir çok yaramazlık yapamaya devam ediyor eğleniyor, ağlıyor, kaybediyor, hatta ölmeyi bile düşünüyor ama sevgiden asla vazgeçmiyor.

  Zeze bu kitapta da beni oldukça derinden etkiledi. Onun kalbi her acıdığında bende bir acı hissettim. Yazar o kadar güzel yazmış ki hayran kalmamak elde değil. Kendi hayatıyla benzer bir çok nokta olduğundan sanki yazarın küçüklüğünü okuyorum ben bu seride ve bir çocuğun bunları yaşamış olama ihtimali bile üzüyor gerçekten insanı. Zeze'yi daha da tanıdıkça içimde bir Zeze olduğunu fark ediyorum sanırım. Hatta herkeste biraz olabilir. Alıngan narin bir kalbe sahibim bende. Gurur mu bu pek sanmıyorum sadece duygusallık. Söylenen şeyler, yapılanlar insanın kalbini acıttığında herkes Zeze gibi bir kurbağadan yardım alamıyor tabi. Aslında Zeze bu konuda biraz şanslı. 

   İlk kitabı okuyanlar çok ara vermeden ikinci kitabı da okuyacaklardır zaten. Şimdiden iyi okumalar diliyorum. Hoşça kalın ...

-Unutmaya çalışacağım. Çünkü bağışlamaya inanmıyorum.
+Unutmakla bağışlamak arasında ne fark var?
-Bağışlarken kişi her şeyi unutuyor. Ama yalnızca unutmakla, pek çok kez insan yeniden anımsamaya başlıyor.

Puanım: 5.0