function goClicked() { $('#yunero').empty().append(' loading ...'); youTubeURL=$('#youTubeUrl').val(); loadYunero(); }

28 Nisan 2018 Cumartesi

ERMİŞİN BAHÇESİ KİTAP YORUMU : 

ARKA KAPAK YAZISI: Cibran'ın en sevilen yapıtı Ermiş'in devamı olan Ermişin Bahçesi, yazarın ölümünden sonra, 1933'te yayımlandı. Ermiş'in sonunda on iki yılını geçirdiği Orphalese kentinden ayrılarak denize açılan El Mustafa, doğduğu adaya, annesiyle babasının ebedi uykularına daldıkları bahçeye döner. Uzun bir aradan sonra müritleriyle yeniden bir araya gelmiştir. Onlara ayrılıktan, yalnızlıktan, zamandan, insanla insanı, insanla doğayı birleştiren bağlardan söz eder. Sözlerinde mutlu ve aydınlık bir hayatın sırları gizlidir yine.
YAZAR: HALİL CİBRAN

ÇEVİREN: KENAN SARIALİOĞLU

YAYINEVİ: TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA SAYISI: 51

YORUM: Herkese merhabalar bu gün size "Ermiş" kitabının devamı niteliğindeki "Ermişin Bahçesi" adlı eseri anlatmaya çalışacağım. Elli sayfalık bu güzel kitap bazı şeyleri sorguluyor ve size güzel vakit geçirtiyor. Yarım saat bir saat gibi bir boşluğunuzda rahatça okuyup keyif alacağınız bir kitap kısaca konusuna geçelim. 

İlk kitapta El Mustafa bir gemi bekliyordu, kendisini doğduğu topraklara götürecek bir gemi. Bu gemi birinci kitabın sonunda geliyordu. İkinci kitapta ise bu gemi yolculuğu ve doğup büyüdüğü topraklarda El Mustafa'nın yaptıkları anlatılıyor. Kendi topraklarına gelen El Mustafa dokuz tane mürit toplar ve bu insanlar El Mustafa'ya bazı konularda onun fikrini alırlar okuyucuda bu sorula ve yorumları okuyor. Gayet güzel bir kitaptı ben çok sevdim bir vakit ayırın derim. Okumak isteyen, merak eden herkese şimdiden iyi okumalar. Hoşça kalın. 

"DOSTUM, KİM SENİ KONUK SEVER OLMAMAKLA SUÇLAYABİLİR, EVİNİN ÖNÜNDEN GEÇİP KAPINI ÇALMIYORSA ? KİM SENİ SAĞIR VE DİKKATSİZ YERİNE KOYABİLİR, SENİN ANLAMADIĞIN BİR DİLLE SANA SESLENİYORSA ? " 

PUAN:4.0

27 Nisan 2018 Cuma

BENJAMIN BUTTON'IN TUHAF HİKAYESİ  KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK YAZISI: Amerikan edebiyatının bol ödüllü yazarlarından F. Scott Fitzgerald çarpıcı bir öyküyle karşınızda. Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi zekice kurgulanmış, uzun süre hafızalardan çıkmayacak unutulmaz bir hikâye.

Benjamin Button 1860 yılında dünyaya gelir. Ama herkes bebek olarak doğarken, o gizemli bir şekilde yaşlı olarak doğar ve gençleşmeye başlar. Yaşlılıktan gençliğe doğru ilerlerken hayatın cilveleriyle karşılaşır. Sırasıyla savaşa katılır, iş hayatına atılır, aşık olur, evlenir ve çoluk çocuğa karışır. Daha sonra üniversiteye, ardından liseye gider. Anaokulundan sonra, iyice küçülür ve sonunda hemşirenin kollarına döner.

Keskin bir sosyal hayat eleştirisi sunan bu tuhaf ama muhteşem hikâye Fitzgerald'ı Amerikan edebiyatı tarihinin en iyi yazarlarından biri haline getirdi. Ayrıca David Fincher tarafından filme çekilen ve başrollerinde Brad Pitt ile Cate Blanchett'in oynadığı Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.

YAZAR: F.SCOTT FİTZGERALD

ÇEVİREN: ZEYNEP ERTAN

SAYFA SAYISI: 74

YAYINEVİ: ZODYAK KİTAP

YORUM: Herkese merhabalar bu gün size filminin oldukça bilindiği fakat kitabının pekte değer görmediği bir hikayeden bahsedeceğim. "Benjamin Button'ın Tuhaf hikayesi" evet bu kitabın varlığından haberdar değildim; hatta filmin bir kitap uyarlaması dahi olduğunu bilmiyordum fakat bir gün sahaflarda gezerken bu kitabı gördüm ve  ancak o zaman gerçeği anladım. 

Kitapla aynı isimli filmi de izleyen biri olarak söylemeliyim ki kitap ve film arasında dağlar kadar fark var. Saatlerce süren filme nazaran kitap kısacık.Bu kitabın; çekilen filme esin kaynağı olduğu açık ama bence iki eserde çok farklı ve farklı değerlendirilmeli.  Kitabın konusuna değinelim biraz. 

Bir gün  yaşadıkları yede tanınan ve nüfuzlu bir ailenin çocukları doğar. Fakat çocuk sakallı neredeyse 1.70 boylarında yaşlı bir adamdır ve yetişkinler gibi konuşa bilmektedir. Aile ne kadar rahatsız olsa da çocuklarına sahip çıkar ve çocuklarının yaşıtları gibi görünmesi için her şeyi yaparlar. Beyaz saçlar boyanır, sakal kesilir ve bunun gibi bir çok çaba. Fakat bu doğan çocuk yani Benjamin hiçte yaşıtları gibi değildir. Neredeyse aynı yaşta göründüğü Dedesiyle puro içer, saatlerce sohbet eder ve en çok onun yanında rahat eder. Bu tuhaf yaşam tarzı ona çok büyük zorluklar yaşatır. Yeri gelir büyüyen çocuğuna kendisi zaman geçtikçe küçüldüğü için Amca der, yeri gelir oğlu onu okula yazdırmak için elinden tutup okula götürür. 

Kısaca söylemek gerekirse muazzam bir beyinden muazzam bir hikaye çıkmış. İnsanlara alışılmışın dışında bir hayatı gösteren yazar bence bu konuda oldukça başarılıda olmuş.Ben bu kitabı çok sevdim. Kitaptan uyarlanan film daha ayrıntılı, kitabı okuduktan sonra filmini de izlemenizi tavsiye ederim. Okumak isteyen her arkadaşıma şimdiden iyi okumalar dilerim. 

PUAN: 5.0



24 Nisan 2018 Salı

OĞULLAR VE RENCİDE RUHLAR KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK YAZISI:  "Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.
Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar'dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan... Hikayeyi ve "karakteri" çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda...
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.

YAZAR: ALPER CANIĞÜZ

YAYINEVİ: İLETİŞİM YAYINLARI 

SAYFA SAYISI: 204

YORUM:  Herkese merhabalar yine bir Canığüz romanıyla beraberiz. Oğullar ve Rencide ruhları uzun zamandır merak ediyordum. Özellikle merak ettiğim şey ise kitabımızdaki baş kahraman Alper Kamu ile acaba Yazar:" Albert Camus"  arasında bir bağlantı var mı  yada bir gönderme yapılıyor mu olmuştu.  İki ismin okunuşu neredeyse aynı ve benim ilk dikkatimi çeken buydu ama ben kitabı okurken bir gönderme göremedim.  Kitap bir polisiye ama hiçte alışık olduğumuz türden değil bizim küçük afacan Alper  beş yaşında ve bir cinayeti çözmek için her şeyi yapıyor; bunu yaparken de polislere taş çıkarıyor. Ben kitabı okurken umarım böyle bir  oğlum olur diye düşündüm inanılmaz zeki sevimli bu çocuğa içiniz o kadar ısınıyor ki anlatamam.  

Polisiye seven sevmeyen herkesin okumasını tavsiye ederim çok güzel bir kitaptı güzel bir mahalle ortamında kurgulanmış bir roman birazda konusundan bahsedelim. 

Kitap sıcak bir mahallede başlıyor apartmanlar,  komşuluk ilişkileri çok tanıdık bizlere. Bir gün Alper dışarıda hava alırken yan binanın en üst katından cam sesleri gelir. Burası mahallenin huysuz amcası olan emekli Emniyet Müdürü Hicabi'nin evidir. Alper koşarak sesin geldiği daireye gider ve ölen Hicabi beyi ve evdeki diğer kişi olan mahallenin delisini görür. İlk bakışta her şey açıktır delinin katil olduğunu düşünürüz ama öyle değil, bakalım kimmiş katil hadi koşup alın bu kitabı cevaplar içerisinde :) 

PUAN:5.0

23 Nisan 2018 Pazartesi

DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET KİTAP YORUMU:

ARKA KAPAK YAZISI: Gece yarısından sonra artan şiddetli tipi yüzünden Doğu Ekspresi artık yoluna devam edemez durumdadır. Yılın bu zamanlarında lüks tren tamamen doludur. Ertesi sabah yapılan kontroller sonucu tüm yolcuların sağ salim trende olduğu anlaşılır. Ancak, defalarca bıçaklanarak öldürülen Amerikalı yolcunun kompartımanının kapısı içeriden kilitlidir. Sonunda, trende yolculuk etmekte olan Hercule Poirot cinayeti incelemeye başlar. Ancak kimi yolcular cinayetin izlerini yok edebilmek için yaşlı dedektifin dikkatini dağıtmaya çalışırlar. Poirot, kehanet sayılabilecek bir saptamayla cinayeti bir değil iki şekilde çözümlemeyi başarır.


YAZAR: Agatha CHRISTIE

ÇEVİREN : Çiğdem ÖZTEKİN

YAYINEVİ : Altın Kitaplar

SAYFA SAYISI : 254

YORUM : Herkese merhabalar. Uzun zamandır okumak istediğim ve sonunda okuyabildiğim bir kitaptan bahsedeceğim size. Doğu Ekspresinde Cinayet, Agatha Christie'nin okuduğum üçüncü kitabı oldu. Şimdiye kadar beğenmediğim bir kitabı olmadı yazarın. Üçü de çok güzel kitaplardı. Yazarın zekası ve kurgu yeteneği takdire şayan. Hala favorim On Küçük Zenci olsa da bu kitabı da sevdim. 1933 de İstanbul'a gelen yazar  burada gördüklerini de içeren Doğu Ekspresinde Cinayet'i yazmış. Kitabın içinde pek çok kez İstabul'dan bahsediliyor.

 İstanbul' da olan  Dedektif Porirot 'un acilen geri dönmesi gerekir fakat  İstanbul'dan Londra'ya kadar giden Doğu Ekspresinde hiç boş yer yoktur ama trenin sahibi olan Bay Bouc sayesinde Poirot'a yer açılır ve dedektifin yolculuğu başlar. Trende on iki kişi yolculuk etmektedir. Her milliyetten birbirine zıt karakterde olan bu yolcular bir süre sonra birbiriyle kaynaşmıştır.Yolculuk devam ederken bir cinayet işlenir. Ve Poirot'tan cinayetin çözülmesi istenir. Bu cinayetten sonra tren şiddetli kar nedeniyle hareket edemez hale gelir. Poirot, trenin durmasından dolayı iyice panikleyen yolcuları tek tek sorgular. Görünüşe göre herkes suçsuzdur herkesin katilin kendileri olmadığına dair  bir bahanesi vardır fakat Poirot'un kuşkulandığı şeyler vardır ve bunları çözmek için çabalar.

  Kitabı okurken katilin kim olabileceğine dair pek çok tahminim oldu ama her bir bölüm kafamdaki katili değiştirdi. Hiç ummadığım bir sonla bitti kitap beni çok şaşırttı. Kitap boyunca kafamda biriken bütün soru işaretlerini tek tek cevapladı sonda yazar. İyi ki okumuşum bu kitabı çok sevdim polisiye okumayı seven herkese de gönül rahatlığıyla önerebilirim. Şimdiden iyi okumalar Hoşça kalın :)

PUANIM: 4.7

 

ŞAKUNTALA KİTAP YORUMU:

ARKA KAPAK YAZISI:  
  
   Kalidasa Hindistan'ın Shakespeare'idir. Aslında 
Shakespeare İngiltere'nin Kalidasa'sıdır demek daha 
doğru olur. MÖ 4. yüzyılda yaşadığı düşünülen bu büyük 
şair ve yazarın birçok güzel eserinin arasında 
Şakuntala'nın yeri bambaşkadır. Bu Hint dramında aşk, 
bütün boyutlarıyla son derece incelikli bir anlatımla 
betimlenmektedir. Öyle ki, çağlar boyunca bu eseri 
okuyan birçok büyük şair ve yazar hayranlıklarını 
gizleyememiştir. Bunlardan biri olan Goethe, Şakuntala 
için şunları söylemiştir: 

"İlkbaharın çiçeklerini mi,
Yoksa sonbaharın meyvelerini mi istersin?
Dinlenmek, haz almak veya sarhoş olmak mı istersin?
Bir kelimeyle yeri ve göğü kavramak mı istersin?
Şakuntala derim..

YAZAR: Kalidasa

ÇEVİREN: Korhan KAYA

YAYINEVİ: İmge

SAYFA SAYISI: 136

YORUM:

''İlk baharın çiçeklerini mi,
 Yoksa sonbaharın meyvelerini mi istersin?
 Dinlenmek, haz almak veya sarhoş olmak mı istersin?
                                                                                Bir kelimeyle yeri ve göğü kavramak mı istersin?
                                                                                Şakuntala derim...''

  Herkese merhaba Goethe'nin bu sözlerle övdüğü Şakuntala'dan bahsedeceğim bugün size. Şakuntala klasik dönem eseridir tahminen MS 4. yy da yaşayan, Sanskirit üstadı  büyük şair ve yazar Kalidasa tarafından yazılmıştır. Orijinal kaynağı  Mahabharata'dır. Kalidasa, Mahabharata Destanı'nda geçen bu metine kendi karakterlerini ve hayal gücünü katarak destanda kaba şekilde anlatılmış eseri bir şaheser haline getirmiştir.

  Abhcnana Şakuntala da denilen eser yedi perdeden oluşmaktadır. Şiva'ya dua ile başlayan eser  kral Dushyanta'nın  günlerden bir gün ava çıkmasıyla başlar. Ava çıktığı ormanda bir ceylanın peşine takılır. Tam onu vurmak için okunu yayına yerleştirdiği sırada ormanda çile dolduran ermişler hayvanı öldürmemesi için bağrışırlar. Orada hayvan öldürmenin yasak olduğunu söylerler. Dindar kral çilecilerin başı Kanva'yı selamlamak için arabadan iner fakat  o sırada Kanva orada değildir. Kral ermişlerin çiçekleni sulayan Kanva'nın kızı Şakuntala'yı görür ve ona aşık olur. Olaylarda bundan sonra başlar iki aşığın kavuşma hikayesini anlatıldığı bu kitapta oldukça çok betimlemeye yer verilmiştir. Hatta bazen koca bir paragraf betimleme bile okuyabilirsiniz. Bu betimlemeler oldukça süslü ve romantik bir anlatıma sahiptir. Eserde bahsedilen aşk betimlemelerle, zenginleştirilmiştir. Kral Dushyanta'nın  yaşadığı aşkı anlatan bu eseri dram okumayı seven herkese önerebilirim. Şimdiden iyi okumalar. Hoşça kalın :)

PUAN: 4.5

21 Nisan 2018 Cumartesi

KAĞIT EV KİTAP YORUMU : 


ARKA KAPAK YAZISI :


 Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar. 

Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer'in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon'la olan gizemli ilişkisinin, 

bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi...

Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez'in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi. 

Peter Sis'in çizimleri ve Cem Ersavcı'nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher...


YAZAR: CARLOS MARİA DOMİNGUEZ

ÇEVİREN: SEDA ERSAVCI

YAYINEVİ: JAGUAR KİTAP

SAYFA SAYISI: 89 

YORUM: Herkese merhabalar bu gün size fizik olarak küçücük ama içerik olarak çok geniş ve büyük bir eserden bahsedeceğim. "Kağıt Evi" epeydir okumak istiyordum fakat kısmet bu güneymiş. Kitabı okuduktan sonra bir insan kitapları bu kadar sevebilir mi ve hatta bu kadar nefret edebilir mi diye kendinize soruyorsunuz. Kitap bizler gibi kitap kurtlarını anlatıyor bir nevi. Kitabın konusuna geçelim hadi. 

Kitapta bir Profesör  olan Bluma Lennon yeni aldığı Emily Dickinson'ın şiir kitabını okuyarak yolda yürürken bir arabanın çarpması sonucu ölür. Bu Profesörün yerine gelen yeni öğretim üyesi bir gün masasında ölen meslektaşının adına gelen bir posta ile karşılaşır. Önce ne yapacağını bilemeyen öğretim üyesi sonunda kapısını kapatır ve postayı açmaya koyulur. Açılan postanın içinden çimento kaplı kalın kapaklı bir kitap çıkar. Bu kitabın nereden ve neden geldiğini ve neden çimentolu olduğunu öğrenmek ister; hemde yollayan kişiyi bulup kitabı geri verme niyetindedir. Kitapta böyle başlar. Ölen öğretim görevlisi ve bir kitap aşığı olan Brauer  arasındaki olan olaylar sonradan gün yüzüne çıkacaktır. 

Bu kitap kitaba olan aşkı ve onun insana neler yaptıracağını anlatıyor kitap dostları kesinlikle okumalı bu kitabı, şimdiden iyi okumalar dilerim. Hoşçakalın. 

PUAN:4.5


14 Nisan 2018 Cumartesi

AMOK KOŞUCUSU KİTAP YORUMU:


ARKA KAPAK YAZISI : 


 Amok Koşucusu doktor olarak yardıma ihtiyaç duyan bir insana el uzatmanın vicdani yükümlülüğüyle kendi karmaşık duyguları arasında sıkışıp kalan bir adamın hikâyesidir. 

Hollanda Doğu Hint Adaları'nda görev yapan bir doktor, dara düşüp kendisine başvuran çok zengin bir kadının "yardım" talebini geri çevirir. 

Zira kadının mağrur ve hesapçı tavrı karşısında büyük bir öfkeye kapılmış, gururuna yenik düşmüştür. Ancak söz konusu olan insan hayatıdır. 

Kısa süre içinde pişmanlığın pençesine düşer. Kadına yardım etmeyi saplantı haline getiren doktor, 

Malezya halkında rastlanan bir nevi öldürücü delilik olan hummanın, amokun etkisi altına girer

YAZAR : Stefan ZWEIG

ÇEVİREN :  Nafer ERMİŞ

YAYINEVİ : Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

SAYFA SAYISI : 60

YORUM:  Herkese merhabalar. Bu gün  her kitabını hayranlıkla okuduğum yazar Stefan Zweig 'ın Amok koşucusu adlı kitabından bahsedeceğim size. Amok koşucusu  bir gemi yolcusu ve eskiden bir doktor olan iki karakterin sohbetinden oluşuyor. Doktor bir Amok Koşucusu. Amok koşucusu ne demek diyecek olursanız da kitapta aynen şöyle açıklanıyor:-Amok'un ne olduğunu biliyor musunuz?-Amok mu ? Sanırım hatırlıyorum.. Malezyalılar da görülen bir tür sarhoşluk...-Bu sarhoşluktan daha fazla bir şey... Bu delilik bir tür insan kudurması,ölümcül anlamsız bir saplantının krize dönüşmesi hali. Bunu  başka hiç bir alkol zehirlenmesiyle kıyaslayamazsınız. Amok şöyle bir şey, bir Malezyalı son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor... Orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk.. Tıpkı benim odamda oturduğum gibi... ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor ...dosdoğru hep dosdoğru...nereye olduğunu bilmeden.Yolda karşısına ne çıkarsa çıksın insan, hayvan hançeriyle vurup yere seriyor ve kan sarhoşluğu onu daha da öfkelendiriyor... Koşan adamın ağzından köpükler saçılıyor, delirmiş gibi uluyor... ama koşmaya devam ediyor, koşuyor koşuyor artık ne sağa bakıyor ne solda duruyor, sadece tiz çığlığıyla elinde hançeriyle öyle korkunç bir halde ileriye doğru koşmaya devam ediyor. Köydeki insanlar bir Amok koşucusunu hiç bir gücün durduramayacağını bilirler. Onun koşarak gelmekte olduğunu gördüklerinde herkesi uyarmak için bağırırlar.''Amok! Amok!'' ve herkes kaçışır. Ama o koşmaya devam eder, hiç bir şey duymaz, sürekli koşar hiç bir şey görmez, karşısına çıkan her şeyi yere yıkar. Ta ki birinin onu kuduz  bir köpek gibi vurup yere serene ya da kendiliğinden  köpükler içinde yere yığılana kadar. Amok koşucusu bir doktorun vicdanla saplantı arasında gidip geldiği hikayesini bu kitapta okuyabilirsiniz. Ben çok beğendim.Her zamanki gibi akıp gitti kitap merak ederek okudum. Herkese önerebileceğim bir kitaptı. Okuyacak olanlara şimdiden iyi okumalar dilerim. Hoşça kalın...

PUANIM: 5.0

10 Nisan 2018 Salı

KAN VE GÜL -Bir Kara Dejavu- KİTAP YORUMU : 


ARKA KAPAK YAZISI:  “Ben bu anı daha önce de yaşamamıştım sanki…”

Gül bahçesi maziye, kanlı bir yolculuk…
Kan ve Gül, fantastik bir polisiye.
Rengini kandan, kokusunu gülden alan bir roman.
Ziyadesiyle hazin, epey hareketli, hayli komik.
İkinci sınıf aşk romanları çevirmeni, orta sıklet avare Aziz, bir yangında küle dönüşmek üzereyken, zamanda yolculuk yaparak yirmi yıl öncesine döner; üstelik yirmi yaş gençleşmiş bir halde.
Henüz işlenmemiş bir cinayeti çözmek üzere harekete… geçmesi pekâlâ mümkündür.
Karizmatik sosyopat Abdül’ün hayatını kurtarması… galiba iyi olacaktır.
Mazi tesisatını tamir edebilirse, hayatı, istikbal musluklarından temiz ve tazyikli bir su gibi akacaktır.
Biricik aşkı Nergis’ten hiç ayrılmayacak, kızı Zeynep’e hakkıyla babalık edecektir.
Peki, bu amatör dedektif, kaderin hükmünü değiştirebilecek midir?
Maktulü kurtardığına, katili bulduğuna memnun olacak mıdır?
Geleceği görmek mi daha zordur yoksa geçmişi mi?
Kara mizah ustası Alper Canıgüz, beşinci romanında, kurgu ve anlatımdaki yetkinliğini bir adım daha öteye taşıyor.

YAZAR: ALPER CANIGÜZ 

YAYINEVİ: APRIL YAYINCILIK

SAYFA SAYISI: 212

YORUM: Herkese merhabalar Kan ve Gül benim ilk Canıgüz kitabımdı. Daha önce yazarın adını çok duydum fakat cesaret  edip kitaplarını almadım. Geçenlerde artık ön yargımı kırıp kitabı aldığım gibi oturdum başına ve çok sevdim. Kitapta çevirmen Aziz'in öyküsünü okuyoruz. Üniversitede Mütercim Tercümanlık okuyan  Aziz; geçmişte yaşayan biridir. Çok sevdiği karısından ayrılmış hayattan pek bir beklentisi kalmamış  sürekli : "şunu şöyle yapsam karım beni bırakmazdı." yada "biraz daha azim etsem çok daha iyi bir işim olurdu." gibi düşüncelerle sürekli kendini suçlamakta. Bir  sansı daha olsa he şeyi değiştirebileceğini sanıyor. 

Bir gün kızının dans gösterisi için mezun olduğu okula gider ve eski karısıyla kızının gösterisini izlemek için yerlerine otururlar. Kızlarının sahneye çıkmasını bekleyen çiftimiz bir patlama olduğunu duyar ve her yeri alevler sarar. Bu alevlerin içinde bilincini yitiren Aziz; çimleyin üzerinde gözlerini açtığında her şey yavaş yavaş kafasında oturmaya başlar. Artık 1994 de ve üniversite yıllarına geri dönmüştür. 

Bu dönüş size fantastik bir kitap okuyacağınızı zannettiriyor ama öyle değil. Yazar bizim keşkelerimizi eğer bir daha o anı yaşasaydım dediğimiz zamanları yaşasak aslında hiç bir şeyin değişmeyeceğini paldır küldür yüzümüze vurmak için bu yolu izlemiş. 

Aziz hayatını hep kendini suçlayarak geçiriyor ama  geçmişte dönüp oradaki olaylara karşı farklı tercihlerde bulunması bir nevi alternatif bir geçmiş yaşasa olayların nasıl faklı bir boyutu olduğunu görüyor. İnsanların sadece tek bir pencereden hayatı izlediklerini bize çok güzel öğretiyor. Kitabın polisiye boyutuna pek değinmedim bu boyut çok zekice kurgulanmış fakat beni, geçmişteki tercihlerimizi başka türlü yapsak nelerin değişip, değişmeyeceği çok daha etkiledi. Tabi bu değişimin arasında bir maktulde var. Aziz  1994'de ölen birini kurtarmak için de uğraşıyor. Bakalım azizin tercihleri o insanın hayatını kurtara bilecek mi ? 

  Ben bu kitabı ve yazarın muzur yazım tarzını çok sevdim. Herkese tavsiye ederim. Şimdiden iyi okumalar. 


PUAN: 4.7

5 Nisan 2018 Perşembe

ŞEKER PORTAKALI KİTAP YORUMU:

ARKA KAPAK YAZISI : 


   Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos'un başyapıtı Şeker Portakalı, "günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü"dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos'un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze'nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı "yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını" söyler.

Aydın Emeç'in, güzel Türkçesiyle dilimize armağan ettiği Şeker Portakalı'nın başkahramanı Zeze'nin büyüdükçe yaşadığı serüvenleri, yazarın Güneşi Uyandıralım ve Delifişek adlı romanlarında izleyebilirsiniz.


YAZAR : Jose Mauro De Vasconcelos

ÇEVİREN :  Aydın EMEÇ


YAYINEVİ :  Can Yayınları


SAYFA SAYISI :  182


YORUM:  Herkese merhabalar. Bugün size  Zeze'den bahsedeceğim. Beş yaşında feleğin sillesini yemiş, kendi küçük ama kocaman sevgi dolu bir kalbe sahip. Ailesi çok yoksul. Bir çok da kardeşi var .Ailesi yoksulluktan bir kaçını evlatlık vermiş iyi ailelere.


   Babası işsiz, annesi de gece gündüz çalışan vefakar bir anne. Ablaları var, abisi var, birde ondan küçük ''Kral'' dediği bir kardeşi. Evdeki herkesten dayak yiyor. O küçük bedenin acizliğine kimse aldırış etmeden acımasızca dövüyor onu. Herkes hayatındaki ters giden şeylerin acısını Zeze'den çıkarıyor sanki. Bütün bunlara rağmen hayat dolu bir çocuk Zeze . Hayatı keşfetme çağında. Her bilgiye her yeni şeye aç, çok da zeki. Daha beş yaşında okumayı biliyor, kendinden yaşça çok büyük insanlarla çok bilinçli sohbetler edebiliyor. Zehir gibi bir çocuk kısaca. İyi olmasına çok iyidir Zeze. Yardımlaşmayı sever, kırdığı kalbin verdiği vicdan azabından, o yaşta bütün gün çalışıp para kazanıp  o kalbi tamir etmenin yolunu da bulur, pamuk kalpli bir çocuktur ama içindeki muzurluk isteğine karşı koyamaz bazen. O bunu içinde bir şeytan olmasına bağlar. Aslında o yaşlardaki her çocuk şımarır, her çocuğun kanı kaynar ama Zeze'nin yaptıkları çok abartılır. Mahallede adı çıkmıştır artık ne olsa ondan bilinir. Sadece ailesinden dayak yemez Zeze mahalleli bile küçücük çocuğu hiç acımadan döver. Durumu böyleyken Zeze nin iç dünyasını, insanlarla iletişimi dünyayı nasıl algıladığını okuyoruz bu kitapta. Taşındıkları yeni evdeki şeker portakalı ağacıyla sohbetlerine de yer verilmiş. Her şeyi anlatıyor ona Zeze, çok sohbet ediyorlar.

  Zeze tam kendine tutunacak bir dal bulmuşken çok kötü bir olay yaşıyor. Her şeyin onun üstüne gelmesi yetmezmiş gibi,  küçücük yaşta çok büyük bir acı biniyor omuzlarının üstüne. Ben bu kitabı gerçekten kalbim acıya acıya okudum hele sonlara doğru karşımda olsa Zeze onu kucaklar ağlardım o derece üzüldüm durumuna. Bilmiyordum bu kadar hüzünlü bir kitap olduğunu o yüzden olayların gidişatında hep olumlu bir şeyler aramaya çalıştım. Ama bu kitap çok hayattın içindendi, çok gerçekçiydi. O yüzden Zeze benim kalbimde kocaman bir yer edindi. Diğer kitapları da okumayı çok istiyorum, merak ediyorum . Bir çoğunuz çoktan okumuştur bu kitabı .Ben kendimi geç kalmış hissediyorum. Eğer okumadıysanız hemen edinip okumanızı Zeze 'nin  dünyasına girmenizi şiddetle tavsiye ederim. Herkese şimdiden iyi okumalar. Hoşça kalın..

PUANIM: 5.0

1 Nisan 2018 Pazar

YOGASUTRA KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK YAZISI : 

Yoga, aklın gereksiz düşüncelerden arındırılarak sarsılmaz bir huzura erdirilmesidir.
İnsan, sahip olduğu biçim içinde, yani kendi kalesinde, huzurlu olmak için nasıl bir yol izlemelidir?
Yoga felsefesini Yogasūtra adlı eseriyle sistematikleştiren Patancali, Sūtra adı verilen kısa özdeyişlerle insanlığa bu yolu açıklamaya çalışmıştır. O, eserinde, “Cahil kişi; geçiciyi kalıcı, kirliyi temiz, kederliyi neşeli, benliksizliği de benlik olarak düşünür.” der. Yaşama körü körüne yapışmayı eleştirir. Ona göre “henüz gelmemiş acıdan kaçınmak” mümkündür. “Kötü düşünceler rahatsız ettiğinde onların aksine olanlar geliştirilmelidir.” “Kanaatkârlıkla en yüksek mutluluk elde edilir.”
Patancali bu ölümsüz eserinde, Sāmkhya felsefesi gibi, kendinden önceki felsefî oluşumlardan da yararlanmış, kendisinden sonrakilere yol göstermiştir.
Yoga aynı zamanda başka birçok dinin ya da felsefî görüşün içinde uygulanabilen bir metot olmayı da başarmıştır.


YAZAR: PATANCALİ 

ÇEVİREN: KORHAN KAYA

YAYINEVİ: SUJALA YAYINLARI 

SAYFA SAYISI: 99

YORUM:  Herkese merhabalar. Yine size benim lisans eğitimimle ilgili güzel bir kitap anlatmaya çalışacağım. Biliyorsunuz günümüzde Hint küçük görülür ve çok tanrılı olması nedeniyle eleştirilir. Kast sistemi gibi bir çok yönden beğenilmemesine karşın batılıları ve batı etkisinde kalan insanları kendisine çeker. Hint'i beğenmeyen arkadaşlar yoga sistemini  oldukça benimsiyorlar. Bu durum kendilerini daha elit gösterme çabalarını yansıtıyor. Halbuki Samkhya felsefesi egoyu, gösterişi ve bir çok tensel ve dünyevi bağlanmaları yasaklıyor. Samkhya bilmeden yoga biliyorum demek yanlıştır. Hocam Korhan Kaya, bu kitabın önsözünde bunları çok iyi bir şekilde anlatıyor. Günümüzün vazgeçilmezi yoga geçmişten bugüne oldukça değişti. Yoganın tek bir pozisyonu vardır. Buna Padmaasana (Lotus Duruşu) denir. Bunun dışındaki birçok duruş sonradan eklenmiştir. Zihinle yapılan yoga biraz amacından sapmıştır. Bunlar benim şahsi düşüncelerim tabi ki.

Bu kitabı hiçbir bilginiz olmadan da alıp okuyabilirsiniz. Kelimelerin okunuşundan, Sanskrit dilinin bazı özelliklerine kadar birçok açıklama yapılmış kitapta. 

Yoga felsefesi herhangi bir dine atfedilmemiştir. Fakat yıllar içerisinde Hinduizm, kutsal kitaplarıyla bu sistemi kendi içine çekmiştir. Daha sonraları Buddha ile birlikte Buddhizmle de anılır olmuştur. 

Yoga'yı sistemleştiren Patancali'dir. Fakat bu isim genelde eski gramerci Patancali  ile çok karıştırılmaktadır. Bu insanlar aynı kişi değildir. 


PUAN: 5.0