function goClicked() { $('#yunero').empty().append(' loading ...'); youTubeURL=$('#youTubeUrl').val(); loadYunero(); }

30 Kasım 2025 Pazar


 ADEMDEN ÖNCE KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Âdem’den Önce rüyalarında tarihöncesi bir çağda yaşayan alter ego’su Kocadiş’in başından geçenleri gören modern bir Amerikalı çocuğun öyküsüdür. O çağda üç ayrı tür insansı bulunmaktadır: Henüz ağaçtan inmemiş, vahşi maymunlara daha yakın Ağaç İnsanları; Kocadiş’in “Halk” olarak adlandırdığı ve kendisinin de ait olduğu, hem ağaçlarda hem de mağaralarda yaşayan tür; bir de bu insansıların en gelişmişi olan, ateş yakıp ok ve yay kullanan Ateş İnsanları.

 Eser 20. yüzyıl başlarında evrim meselesini kamuoyunun gündemine taşımasıyla dikkat çeker. London modern anlatıcısının binlerce asırlık bir mesafeden baktığı ilkel insanın düşünce yapısını düş gücüyle zenginleştirerek aktarır. Uzak atalarımıza ve içinde yaşadıkları, dur durak bilmeyen bir çatışma ve hayatta kalma mücadelesinin süregeldiği gaddar dünyaya ilişkin karanlık bir tablo çizer.

YAZAR: JACK LONDON 

ÇEVİREN: LEVENT CİNEMRE 

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA: 152

YORUM: Herkese merhaba okumayı çok sevdiğim Jack London kitaplarından belki de en ilginciyle geldim. London genelde denizcilik, kuzeyde gecen maceralar ve biraz da hayvanların kahraman olduğu eserler yazmış. Kalemine aşına olanlar yazarı bu şekilde tanıyor fakat zamanında tefrika halinde basılan Ademden Önce sanırım onun en özel kitaplarından. Yeni yeni Darwin ve evrimin bilim camiasında yayılmasıyla başlayan tartışmalarda - o zamanlar kısıtlı bir bilgi birikimi olsa da- London tarafını belli ediyor. Kitabın sonunda yer alan açıklama Açıklamalar ve Paylaşımlar kısmında çevirmen Levent Cinemre de bu konulara değinmiş çok uzatmayayım. 

Dönemine göre oldukça cesur ve bazı açılardan öngörüsü yüksek bir kitap. 1906 yılında yazılması göz önünde tutulursa esere günümüzde burun kıvırmak mümkün değil. Kapak tasarımının da bence kitabın ağırlığından biraz törpülediği kanısındayım. Uzattım, tamam konusuna gelelim...

Kitabımızda bir çocuk var. Rüyalarında kendine ait olmayan anılar, hatıralar ve tabii ki bir mekanlar görüyor. Uyanık olduğunda göremediği cinsten insanlar, görmediği cinsten ağaçlar ve doğa... Başlarda yadırgamıyor ama büyüdükçe farklı olduğunu anlıyor. Kimseye anlatamadığı bir sırrı var artık... 

Bu kişi atalarından miras kalan anıları birer film gibi izliyor rüyasında. Düşleri onu Pleyistosen Çağı'na kadar götürüyor. Bu fantastik temelin üzerinde yükselen gerçeğe çok yakın bir eser okuyoruz. Ben kitabın arka kapağını okuduğumda ikili bir anlatı beklemiştim. Gündüz yaşantısı ve bir hikaye daha sonra geceleri düşlerdeki gerçeklikler. Hayır öyle değil. Bize hikayesini anlatan kahramanımız normal hayatına pek değinmeden düşlerinden derlediği öyküleri bir bütün içine sokarak bize anlatıyor, biz de günümüzden binlerce yıl öncesine gidip insanın o acımasız doğasıyla yüzleşiyoruz. 

Kitapta üç tür var. Biri insansı, maymuna daha yakın olan bir tür. Anlatıcı bunlara Ağaç İnsanları diyor. İkinci tür anlatıcının da dahil olduğu Halk. Bunlar karada yaşamaya biraz daha uyum sağlamış yavaş yavaş dikleşen ama yine tam olarak insan diyemeyeceğimiz canlılar. Üçüncüsü ise modern insana çok yakın Ateş İnsanları... Bu üç ırkın birbirine yaklaşımları, tarih öncesinden esen bir rüzgarla bize anlatılıyor. Kitap akıcı, dili güzel. Dönemine göre cesur, bilemedim daha ne demeliyim. 

Tefrika edildiği için belki de bir kaç yerde tekrara düşülmüş. Bazı kelime seçişleri atmosferin büyüsünü bozuyor ama bu çeviriden mi yoksa orijinal metin de de o kelimeler mi yer almış bilemiyorum.  London okumayı seviyorum. Bu kitap da yazarın başka bir tarafına ışık tutuyor. Okuyun erim. 

PUAN: 3.9 


26 Kasım 2025 Çarşamba


 AŞK ARTIK BURADA OTURMUYOR KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK:

 Sevgilisi tarafından terk edilen kadın kahramanımız, aşk acısından ne yapacağını bilmez haldedir. Falcılardan, medyumlardan medet umarken ve gecesi gündüzüne, geçmişi bugününe karışmış halde düşler görürken karşısına “Neomikrobiyoloji” uzmanı hücre mühendisi Nizami Öney çıkar. Kaçak sevgiliyi bir saç telinden yeniden üretmeyi başaran Nizami Bey’le beraber, kendi durumundaki kadınlara yardım etmek için bir “Mutluluk Kliniği” kurar. Ancak laboratuvarda yeniden bedenlenen bu sevgililerle ilgili bir sorun vardır: Kliniğin hizmet koşulları, beğenilmeyen erkeğin iadesini de kapsamaktadır.

 
Zincir gibi birbirine eklenen öykülerin oluşturduğu bir roman olan Aşk Artık Burada Oturmuyor; ayrılıklar, aşk acısı, kavuşma ve düş kırıklığı döngüsünde, kadının gözünden erkeği, erkeğin gözünden de kadını göstererek ironiyi ve empatiyi yan yana getiriyor.

YAZAR:  Nazlı Erey 

YAYINEVİ: EVEREST YAYINLARI 

SAYFA: 144

YORUM:  Herkese merhaba bugün kalemiyle tanışmayı çok istediğim bir yazar ve eseriyle geldim. Nazlı Eray Türkiye'de büyülü gerçekçilik denildiğinde akla gelen ilk isimlerden bir olarak dikkat çekiyor. Ayrıca bir yönüyle Ankara yazarı olması da benim için büyük bir artıydı. Bundan hep aklımda kalemiyle tanışmak vardı.  Eskişehir ziyaretimde bir kitapçıda görmüştüm, "Aşk Artık Burada Oturmuyor," kitabını. Fiyatı da çok çok uygundu hemen aldım. 

Özellikle arka kapak yazısı çok iddialıydı. Yazıldığı dönemi düşündüğümüzde gerçekten döneminin ötesinde bir fikri okuyacağımı hissetmiştim.  Kitap çok da başarılı başladı, her sayfada, "Hadi," diyerek beklediğim olaylar bir türlü gelmedi burada biraz keyfim kaçtı. Terkedilen bir kadının hezeyanları gerçekten çok güzel anlatılmıştı orası kesin lakin arka kapaktaki olaylara gelmek istiyordum.  Lakin son yirmi sayfada çözüm bölümünde beklentilerimi karşılamayan bir şekilde konu işlendiğinde hayal kırıklığı yaşadım. Sanırım ben fazla beklentilere girmiştim bilemedim. 
Sanıyorum yazara başlamak için yanlış kitaptı bu. Kabul, ayrıca hala diğer kitaplarını çok merak ediyorum yazarın. Okumaya devam edeceğim. 

Kitabın tam olarak konusundan ve içeriğinden nasıl bahsedebilirim bilemedim. Terk edilen kadınların hüzünleri, bu durumla baş etme yöntemleri ele alınıyor. Bana kalırsa bazı yerlerde hicivle karışık eleştiriler mevcuttu. Büyülü gerçekçilik biraz fazlaydı bu da tam olarak neredeyim sorusunu sordurdu bana. Benim izlenimlerim böyleydi. Sizin Nazlı Eray'dan okuduğunuz ve okumalısın dediğiniz bir eser varsa tavsiyelerini bekliyorum. Başka bir eserde görüşmek üzere.... 

PUAN: 3.6 



18 Kasım 2025 Salı


 KİTAP YİYİCE KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Adar Cardoso ve Faustino da Silva yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, yaramazlıklarıyla çarşıyı pazarı birbirine katan, şölenleri yağmalayan, uyuyan balıkçıların bıyıklarını kesen, arakçılıkta usta Lizbonlu iki küçük yumurcaktır. Günlerden bir gün talihsiz bir kovalamaca sırasında Gonçalves adında bir papazın eline düşerler. İki çocuğu kilisesinin mahzenine kapatan bu papazın tek amacı onlara okumayı öğretmektir. Açlık ve sefalet içindeki ikiliden Adar, burada en kıymetli parşömenlerden birine yazılmış eski bir kodeksi yiyiverir… Bu büyülü kitap onu kitap yemeden duramayan, şehrin kütüphanelerini altüst edecek Kitap Yiyici’ye dönüştürecektir.

Sırtını edebiyat devleri Pantagruel ve Gargantua’ya yaslayan bu kitap, okurları 1488 Lizbon’unun ara sokaklarından şölen sofralarına, manastırlarından göz kamaştırıcı kütüphanelerine uzanan benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Masalsı üslubunu ve kıvrak kalemini kitaplar ve kütüphaneler üzerine özenli bir araştırmayla destekleyen Malandrin, ruhlarını kitapla besleyenlerin sofralarına benzersiz bir katkıda bulunuyor

YAZAR: STEPHANE MALANDRIN 

ÇEVİREN: KENAN SARIALİOĞLU 

SAYFA: 128

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI 


YORUM:  Herkese merhaba kitaplarla dolu bir kitapla geldim.  Kitap ilk çıktığında gerek hikayenin geçtiği tarih gerekse kitaplarla bezeli konusu çok hoşuma gitmişti. Ne okusam soruma ilk yanıtlardan biri olarak elim bu kitaba gitti ben de hevesle başladım. 

Kitabın konusu İspanya 1470'li yıllarda dini açıdan karışıklıkların olduğu epey hareketli yıllar. Bu yıllarda Yahudi olan bir kadına zorla Hristiyanlık benimsetilmiş daha sonra içten içe hala Yahudiliğe bağlı olduğu anlaşılınca kocası öldürülüyor kendisi de hamile bir şekilde Lizbon'a kadar kaçıyor. Kadın orada kendisi gibi hamile  çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan bir kadınla dost oluyor. Kısmet bu ya aynı gün doğuruyorlar. İspanyadan kaçan zavallı kadın Adar Cardoso'yu doğururken ölünce diğer kadın bu çocuğa sahip çıkarak kendi oğluyla kardeş gibi büyütüyor. 

Yıllar geçiyor ve Adar ile Faustino ele avuca sığmayan çokça yaramaz bir ikiliye dönüşüyorlar. Yaramazlıklarının birinde bölgenin mendebur papazının eline düştüklerinde asıl hikaye başlıyor. Gizemli bir kitap, iki çocuk, bir de zindan. Adar bu zindandan bir Kitap Yiyici olarak çıkacak.... 

Kitap fazlasıyla metaforik bir anlatıma sahip  eseri tam olarak yorumlamak ve anlamak için sanırım dönemin şartlarına, Yahudi mitlerine ve ayrıca Hıristiyan anlatılarına hayli hakim olmak gerekebilir. Ben kendimce anlamlandırmaya, yorumlamaya çalıştım elbet ama mutlaka eksik kalan yanlar olmuştur. Kitabın dili aslında bir yere kadar güzeldi sonra çok genel betimlemelerle  bazı tutarsızlıklarla beni sarstı. Bir devin çatıları delmesi anlatılırken normal boyutlarda bir kitabı ısırarak yemesi gibi boyutlandırmada biraz sorunlar vardı gibi. Temel olarak Hıristiyanlığın yaşanış biçimi, bazı gelenekleri ve dini kitaplara yönelik eleştiriler vardı. Oldukça üstü kapalı yapılsa da bunlar anlaşılacak kadar açıktı. 

Tam olarak sevdim yahut sevmedim diyemiyorum. Farklı bir tadı olan garip bir kitaptı. Bir inanca bir bölgeye bir çağa ait olduğu için evrensel şeyleri bulmak empati kurmak biraz zordu benim için. Şans verin derim. Bir başka eserde görüşmek üzere hoşça kalın. 

PUAN: 3.2

11 Kasım 2025 Salı


 İÇİMDE KİM VAR KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Babasını hiç tanımayan, baba ve koruyucu özlemini, usta-çırak, baba-kız, öğretmen-öğrenci ilişkisi kurduğu bir yabancıda gideren Suna; babasının yerine bir yabancıya hayranlık duyan otelci genç Çiko; oğlunu hiç görmemiş, kendi dünyasında boğulmuş bir kayıp baba, Orson Cezmi; Orson’un garip dünyasını paylaşan set işçisi Rıza; babasını eski bir filmde, İstanbul’un saklı köşelerinde kendi içsel yöntemleriyle arayan Metin; oğlunu yalanla büyüten, bütün hayatını bir yalan üzerine kuran Behice... Asla kesişmeyen paralel yaşamlarında mutsuzluklarıyla yoğrulanlar ve bir insanın, herkesin zihninde farklı oluşan portresi 



YAZAR: YEKTA KOPAN 

YAYINEVİ: CAN YAYINLARI

SAYFA: 182 


YORUM: Herkese merhaba bugün Yekta Kopan'ın bir eseriyle geldim.  Daha önce yazarın "İki Şiirin Arasında" eserini okumuş çok sevmiştim. Okurken müzik çalan kitaplardandı. Hüzünlüydü... O dönemler yazarın bu kitabı D&R Can Yayınları yedi lira kampanyasındaydı hemen hevesle almıştım. Çok uzun yıllardır kütüphanemde öylece bugünü bekledi sabırla ve zamanı geldi. Okudum. İyi ki de okudum. Çok geç bile kalmışım çok sevdiğim bir kitap oldu. Dili, anlatım biçimi bana çok hitap etti. İç içe geçmiş yaşamların romantik sıradanlığında kendi hayatınızdan çok iz buluyorsunuz. Hayatın alaycı tesadüfleriyle harmanlanmış temelde öykü öykü ilerleyen bir roman. Evet kesinlikle bir bütünlük sağlıyor ve bir roman okuyorsunuz. Ama kimi bölümler upuzun monologlarla dolu. Kimi bölümler tek taraflı mektuplarla...  Kopan okumalarına çok ara vermeden devam etmek istiyorum. Şu an elimde başka kitabı olmasa da kısa süre de yeni bir kitabıyla tanışmak için heyecanlıyım.  

Kitap hiç durmayan bir yağmur akşamında başlıyor burası kitabın çatı kısmı diyebiliriz. Metin Konur'un masasına konuk olup bütün gece onunla "Yurttaş Kane" filmini izliyoruz ve arada bazı insanların hayatına şahit oluyoruz. Orson Cezmi,  Suna, Behice,  Rıza, Çiko'nun yaşamlarına tanık olurken Metin Konur'un bu karakterler arasında bir pinpon topu gibi sekişlerini okuyoruz. Kitabın geneli bilinç akışı ile yazılmış bu sebepten olay örgüsü  yoğun olsun, aksiyonu bol olsun derseniz bu kitap size hitap etmeye bilir. Ben çok sevdim önerimdir... 


PUAN: 4.2 



5 Kasım 2025 Çarşamba


 SEMERKANT KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının  çevresinde dönen içiçe iki öykü...

1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bitmeyen bir serüven...

Bir elyazmasının yazılışının  ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/ tarihi... 

Yazar: Amin Maalouf 

Çeviren: Ali Berktay 

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Sayfa: 318 


YORUM: Herkese merhaba yine çok okunan çok bilinen artık klasikleşmiş bir eserle geldim. Uzun zaman önce bir sahaftan Semerkant'ın 2009 baskısını bulmuştum. O zamandan beri de kitabı okumak için çok sabırsızdım ve yılın son aylarında artık zamanının geldiğini düşündüm. Kitap aslında dört bölümden oluşuyor fakat ana eksen iki farklı hikayede dönüyor denebilir. İlk yarı binli yılların başında Büyük Selçuklu Devletinde geçiyor. Bir çok tarihi kişilikle beraber İran'da Özbekistan'da dolaşıyoruz...

Bu ilk bölüm gerçekten çok güzeldi. Hayyam, Nizamülmülk, Hasan Sabbah gibi tarihi figürlerle bir hayalin içinde dolaşıyorsunuz. Fakat ikinci bölüm benim için çok tatmin edici değildi. 1900'lerin başında Benjamin Lesage ile beraber Rubeiyat'ın peşine düşüyoruz. Bu tarihte İran iç karışıklıkları, meşrutiyet arzusu ve bir çok çatışmanın, kargaşanın göbeğinde İran siyasi tarihine dalıyoruz. Buralar fazlaca ansiklopedik bilgi gibi geldi bana. Çok fazla siyasi olay bunların ardındakileri okurken birden kurgu kayboldu ve sanki ben siyasi tarih kitabı okuyor gibi hissetin. 

Bu bölümlerdeki kurgunun zayıflığı okuma ritmimi önemli ölçüde düşürdü. Ne yazık ki ilk bölümdeki tadı ikinci bölümde alamadım fakat ne olursa olsun yine de güzel bir kitaptı. Üslup ve dil açısından da bazı eleştirilerim var aslında ama bendeki baskının epey eski olmasından kaynaklı belki de çeviriden kaynaklı olabileceğini düşünüyorum. Özellikle Hayyam ve Nizamülmülk'ün diyalogları nedense biraz yapay gibi geldi bana. 

 Kültleşmiş bu eseri okumuş olmaktan mutluyum ve tarihi kurgu okumak isteyenlere tavsiyemdir. Bir sonraki kitapta görüşmek üzere hoşa kalın. 


PUAN: 3.3

10 Ekim 2025 Cuma


 CENNETİN DİBİ KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK: 


Cehenneme Övgü’de"bu dünya"yı sorgulayan Gündüz Vassaf ikinci kitabında "cennet"e, hem de cennetin ta dibine el atıyor. Mizahla bilimkurgunun, düzyazıyla bilimsel makale üslûbunun harmanlandığı kitapta, ‘yanlışla doğru’, ‘yalanla dolan’ sırt sırta duruyor. Bu kitapta Freud’un kuramlarının hayata geçirildiği Amsterdam genelevlerinde dolaşabilir, hükümet kiralayabilirsiniz; hatta 100 dolara bir Amerikan şirketi bile satın alabilir, isterseniz yeni yaşam biçimlerinin hayata geçirildiği özgür kolonilerde yaşayabilirsiniz. Gündüz Vassaf, düşgücünün sınırlarını zorladığı Cennetin Dibi’nde, "gelecekte yolculuğa" davet ediyor bizi.

"Gündüz Vassaf düşgücünün avukatı, düzyazımızın en özgür ruhlu kalemi..

YAZAR: GÜNDÜZ VASSAF

YAYINEVİ: İLETİŞİM YAYINLARI

SAYFA: 246


YORUM:  Herkese merhaba bugün uzun süre önce okuyup hayran kaldığım Cehenneme Övgü ile beni mest eden Gündüz Vassaf ile geldim. Cehenneme Övgü kitabından sonra yazarın o zamanlara yeni çıkan kitabı Ressamın İsyanı'nı okumuştum. Yalan yok o kitap beni biraz yorunca Vassaf okumaların ara vermiştim. Cennetin Dibi kitabının da Cehenneme Övgi gibi beni mest edeceğini düşünerek fazla beklentiyle başladığımı söylemeliyim ama Cehenneme Övgü'nün yerini tutmadı bu kitap açıkçası. Eserde daha çok Amerika ve Avrupa hareketlerinin absürtlüğünü konu aldığı için biraz konulara yabancı kaldığımı düşünüyorum. Elbet çok güzel saptamalar vardı, elbet insanlığa dair mesajlar ve iktidar yahut patronların halkı nasıl manipüle ettiğini anlattığı kısımlarda ilginç yaklaşımlar vardı. Yine de okurken kitabın akıcılığında biraz sorun olduğunu düşündüm. 

Eserdeki denemeler 1992 yılına ait olduğu için çoktan eskimiş problemler, yahut çoktan yeterince tartışılmış konulara yeniden bir bakış atmış olmak garip geldi. Günümüzdeki problemleri ve yazarın bunlar hakkındaki düşüncelerini okuma isteği oluştu içimde.  Belki de bu kitap için en iyi zaman şimdi değildi bilemedim. Elbette Gündüz Vassaf günümüzün çok önemli bir entelektüeli. Değeri tartışılmaz, eserleri her zaman okunmaya değer. Sizler de bir şans verin derim.


PUAN: 3.6 

25 Eylül 2025 Perşembe


 ATLARI BAĞLAYIN GECEYİ BURADA GEÇİRECEĞİZ KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK:  

Cesaretimiz var mı her şeyi bir anda öylece bırakıp gitmeye? İnsan her nereye giderse gitsin kendini de beraberinde götürmez mi? Varlığından güç aldığımız arkadaşlar ne zaman yük haline geldi? Hepimiz başarılı olmak zorunda mıyız bu hayatta? Her seferinde duvara tosladığımız halde hâlâ yeni ilişkiler kurmaya, var olanı kurtarmaya çalışmak hayal kırıklıklarına bağımlı hale gelmemizle açıklanabilir mi? Melisa Kesmez, heyecanlı ve mütevazı sesinin her satırda hissedildiği kısa öykülerinde soruları müzikle, dramla, şiirle yoğuruyor, cevapları ise nüktedanlığı da elden bırakmayarak veriyor.

“Aklımızın devre dışı, sadece kalbimizin olduğu” yeniyetmelikten zaman mefhumunun olmadığı balık krakerli ve kaygısız çocukluk yıllarına, yüzyıllık dostla oturulan öğle rakısından patrona son çare olarak yazılan istifa maillerine, sevdiğimiz “o” olmayı çoktan bırakmış uzatmalı evliliklerden gel demese de gittiğimiz, gitmek istediğimiz sevgililere, eski sevgililere, aileye, aldatmalara, aldatılmalara; üzerimize haddinden fazla gelen ancak bir türlü vazgeçemediğimiz “modern dünyamızın” tüm inceliklerine dokunuyor, yalın ama coşkulu, naif ama kararlı, fısıldıyor kulaklara: Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz.

YAZAR: MELİSA KESMEZ

YAYINEVİ: SEL YAYINLARI

SAYFA: 138

YORUM: Herkese merhaba bugün size çok uzun seneler önce aldığım ama bir türlü okuma fırsatı bulamadığım kitapla geldim. Melisa Kesmez'in kalemiyle, öyküleriyle ilgili çok yorum gördüm. Beğeneni çoktu...

Ne yalan söyleyeyim öyküler bana hitap etmedi. Günlük yaşamadan kesitlerle sunulan ve hep "Ben" dili ile anlatılan hikayeler benim için biraz yavan kaldı. 25 öykünün hemen hepsi aynı temalardaydı biraz anı tadında geldi bana. Toplumsal olaylar, cinsiyet eşitliği, kadının toplumdaki yeri gibi bir çok noktaya değinen yazar bu açıdan değerli bir iş yapmış elbet. Benim eleştirim öykülerin tekdüzeliği ve heyecanının biraz bence eksik kalmasıydı.

Kitabın ismi çok güzeldi bu isim bana daha masalsı biraz daha belki sıra dışı öyküler okuyacağım hissini uyandırdı ve eleştirel gerçekçi tonda anı tadında hikayeler okuyunca beklentimi karşılamadı. 

PUAN:  3.0 

14 Eylül 2025 Pazar


 ÖLÜMSÜZLÜK VE PILGRIM KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 15 Nisan 1912’de –Titanic kazasının yaşandığı tarihte– Londra’da Pilgrim adlı esrarengiz bir aristokrat kendini asarak intihar eder. Beş saat sonra bulunduğunda kalbi mucizevi bir şekilde atmaya devam ediyordur. İlk intihar girişimi değildir bu...

Pilgrim dostu Leydi Sybil Quartermaine eşliğinde Zürih’teki ünlü Burghölzi Kliniği’ne yerleştirilir. Orada, kolektif bilinçdışının mistik kâşifi Carl Gustav Jung ağzını bıçak açmayan bu esrarengiz hastadan çok etkilenecek, varoluşunun ardındaki gizemli hikâyeyi ortaya çıkarmaya çalışacaktır.
Pilgrim kendi hayal dünyasında yaşayan bir şizofren midir? Capcanlı anlatımlarla aktardığı yüzlerce yıllık anıları düşler ve fantezilerden mi ibarettir? Delilik midir söz konusu olan yoksa dehanın mucizeleri mi? Pilgrim’ın hayatını ve akıl sağlığını irdeleyen Jung zamanla kendi hayatını ve akıl sağlığını da sorgulamaya başlayacak, hayatı, evliliği ve ruh bütünlüğü sarsılmaya başlayacaktır. Pilgrim denen muamma Jung’un laneti mi kurtuluşu mu olacaktır?
Yaşamın ve ölümün, ruhun ve hafızanın, gerçekliğin ve düşlerin derinliklerine dalan, tarihsel gerçeklerle kolektif bilinçdışının gizemlerini birbirine ören bu sürükleyici romanda psikoloji, edebiyat ve sanat tarihindeki ünlü figürlerin sırlarına tanık olacak, delilik ve deha arasındaki bağları keşfedeceksiniz.

YAZAR: TİMOTHY FİNDLEY

ÇEVİREN: DİLEK ŞENDİL

YAYINEVİ: KORİDOR YAYINLARI

SAYFA: 596 

YORUM: Uzun bir aradan sonra herkese merhaba bugün çok merak ettiğim severek aldığım bir kitapla geldim. Kitabın konusu çok ilginç bir o kadar karakterler de çok ilginç. Ana karakterlerden biri Carl Gustav Jung  daha ne olsun... Diğer bilindik karakterler ise Oscar Wilde, Leonardo Da Vinci ve daha niceleri. Eh böyle olunca kitapta sanat tarihi, psikoloji ve felsefe iç içe geçmiş durumda. İlk okumaya başladığımda kitabı çok sevdim sanırım 350 sayfa çok rahat aktı gitti. Sonra zorunlu olarak kitaba aralar vermek zorunda kaldım bir kaç günde bir elime alıp yirmi otuz sayfa okumaya başladım. Tamam bu kitabın suçu değildi ama daha sonra çok gereksiz ayrıntılar ve fazladan uzatılan anlamsız bölümler beni rahatsız etmeye başladı. Ana konudan çok sapılan ayrıntıya kaçan anlatılar okumayı zorlaştırdı zaten ritmimi kaybettiğim için kitabın kalan kısmı biraz daha zorlu geçti. Belki ara vermek zorunda kalmasam bu bölümlerden çok da rahatsız olmazdım bilemiyorum.

Kitabın baş kahramanı ölemeyen Pilgrim. Bu kelime Latince kökenli ve hacı, yolcu, gezgin gibi anlamlara geliyormuş. İsminin anlamını çok iyi yansıtan kahramanımız bir nevi ölümsüz ölemiyor. Kitap onun intihar etmesi ve ölememesi üzerine kurulmuş. İntihar eğiliminden dolayı en yakın dostu onu Zürih'teki  Burghölzli Kliniği'ne yatırıyor. Burada biraz soru işaretleri var. En yakın dostuna ölmeden önce bırakılan günlükler var fakat en yakın dostu zaten onun tüm sırlana vakıf bunu yapması için nasıl bir motivston ile yapıyor açıklanmamış... Neyse çok da keyif kaçırmak istemem ama bazı noktalar havada kalıyor bağlantı kurulmamış yahut kurulamamış. Özellikle en yakın dostu Lady Queatermaine ile olan ilişkisi davranışlarının tam olarak çözümlenmesi konusunda eksikler vardı.

Kitabın çok uzun bir kısmı klinikte Jung ve Pilgrim arasındaki mücadele ile sürüyor. Bu arada Jung'un kurgusal ailevi ilişkileri, psikolojik yaklaşımları irdeleniyor. Psikoloji sevenler için gerçekten lezzetli bölümlerdi. Genel olarak kitabı sevdim evet karmaşık, geçişler çok sert ve bazı noktalar fazla uzatılmış ama genel olarak sevdim diyebilirim. Ölüme ve insana farklı bir bakış açısı sunan bu kitabı öneririm. Bir şans verin. Bir başka kitapta görüşmek üzere hoşça kalın...

   PUAN: 3.9 

29 Ağustos 2025 Cuma

Yeşilin Kızı Anne -2- Kitap Yorumu


  ARKA KAPAK YAZISI : Hayal kurmayı her şeyden çok seven Anne Shirley’nin maceraları hız kesmeden devam ediyor. Hiç sevmediği kızıl saçları, çilli yüzü ve tuhaf hayal gücüyle GreenGables’a gelip herkesi büyüleyen bu küçük kız artık

16 yaşında ve “neredeyse” bir yetişkin.

Avonlea Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başlayan Anne, sevimli ama bir o kadar da yaramaz öğrencilerine sevgiyi, dostluğu ve hayal gücünün sınırlarını keşfetmeyi öğretir.
Bir yandan da eski dostları ile Avonlea’yi güzelleştirmeye karar verirler ve beraber Avonlea’yi Geliştirme Derneği’ni kurarlar.
Her macerada Anne biraz daha büyüdüğünü fark eder. Peki, hayalperestliği ile bir zamanlar herkesi şaşkına çeviren bu genç kız, sorumluluk sahibi bir yetişkin olabilmeyi başarabilecek midir?

Çok ses getiren serinin ikinci kitabı
Yeşilin Kızı Anne II, okurları ilk gençlikten yetişkinliğe uzanan o çetref illi yolu keşfetmeye çağırıyor.


YAZAR : L. M. Montgomery

ÇEVİRMEN : Çiğdem Köfüncü

YAYINEVİ : Ephesus Yayınları

SAYFA SAYISI : 407

YORUM: Herkese merhaba uzun yıllar önce ilk kitabını okuduğum Yeşilin kızı annenin ikinci kitabını sonunda okudum. İlk kitabın sonu beni o kadar etkilemiş ki ikinci kitabı okumak bana büyük bir yük gibi geldi. İlk kitabın sonunda yaşanan olay beni çok üzdü. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Çünkü netflix dizisinde böyle değildi. Bunu atlatmak epey bir vaktimi aldı. Anne’in o kendine özgü dünyasını ve kasaba hayatını özlediğimi hissettiğimde ikinci kitaba başladım. İlk kitabı unutmuşum tabi hatta diziyi bile. İkinci kitabı yakalamak için kitaptan bazı bölümler okudum ve kısa kısa dizi bölümlerine göz attım. Sonrasında her şeyi hatırladıktan sonra kitap aktı gitti.


Zihnimi sakinleştiren, içsel dünyama yolculuklar yaptığım bir okuma oldu. Sıkışmışlık hissine iyi gelen bir seri olduğunu düşünüyorum. Eski zamanlarda geçen ara ara doğa tasvirleri okuyup Anne’nin dünyansına girdiğimiz şimdiki zamandan çıkıp o zamana gittiğim bir kitap oldu. Olayların basit ve sakin olduğu, insan ilişkilerinin çıkarsız ve gerçek olduğu zamanlardan bir kitap okumak bana iyi geldi. 3. Kitabı araya zaman girmeden okumak istiyorum. Ara ara bu seriyi okuyarak Anne’in tüm hayatına şahitlik etmek istiyorum. Okuyacak olan okurlara şimdiden iyi okumalar dilerim ❤


13 Ağustos 2025 Çarşamba


 AYAŞLI İLE KİRACILARI KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK:

 "Memduh Şevket Esendal Bütün Eserleri" dizisinin ilk kitabı olan Ayaşlı ile Kiracıları, yazarın en önemli yapıtlarından biridir. 

1946 CHP Roman Ödülü'nü de alan yapıtta Memduh Şevket Esendal, cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara'dan bir kesit sunar. Eğitimleri, uğraşları, dünya görüşleri farklı insanların ilişkilerini büyük bir ustalıkla sergiler; onların kişiliklerinde, dönemin bütün özelliklerini yansıtır.

Türkçenin Çehov'uolarak bilinen Memduh Şevket Esendal'ın Ayaşlı ile Kiracıları eseri, edebiyat tarihimizin kilometre taşlarından biridir. Esendal ince mizahı, gösterişsiz dili ve büyüleyen sadeliği ile yazın tarihimizde önemli bir yer edinmiştir.

YAZAR: MEMDUH ŞEFKET ESENDAL 

YAYINEVİ: BİLGİ YAYINLARI 

SAYFA: 268 

YORUM:  Bugün size adını çok duyduğunuz Türk klasiklerinden biriyle geldim. Ayaşlı İle Kiracıları uzun zamandır kütüphanemde duruyordu, kitaptan beklentim de çoktu açıkçası.  Özellikle Ankara'da geçen romanlara ayrı bir ilgim oluyor fakat ne yazık ki bu eserde Ankara'ya dair hiç bir şey yok. Ne sokak, mahalle adları ne de şehrin tarihine ilişkin bir bilgi verilmemiş.  Kitabın başında Ayaşlı İbrahim Efendiden  bahsedilmese kitabın nerede geçtiği tartışmalı olabilirdi diyebilirim.  Ayaşlı İbrahim Efendi bir apartman tutarak odalarını kiraya veriyor ve geçimini bu şekilde kazanıyor biz de bu odalara, evlere taşınan insanların hikayelerini okuyoruz. Kitapta olay nerdeyse yok bir nevi insan portreleri okuyor gibisiniz. Diyaloglar çok kısa, betimlemeler eksik ve bu beni kitaba odaklanma konusunda biraz zorladı. 

Kitabın Cumhuriyetin ilk yıllarına, bürokrasiye ve değişen ahlak yapısına eleştirilerin olduğu ufak yerler var fakat bunlar çok kıt. Kitap bittikten sonra Fethi Naci'nin yazdığı Yüz Yılın 100 Türk Romanı adlı incelemesinde bu kitaba ayrılan bölümü de özenle okudum burada Naci eleştirilerin daha çok olduğu fakat yazarın kırparak bu eleştirileri azalttığına dair bir anlatı var. Böyleyse çok üzücü çünkü CHP Roman Ödülü alabilmesini yolu bu muydu diye sormadan edemedim....  Kitap bana çok hitap etmedi açıkçası. Diyaloglar benim için inandırıcılıktan uzaktı, şehrin, mekanın kullanımı ve tasvir oldukça kıt, kahramanların ruhsal çatışması nerdeyse yoktu. Okuduğum için elbette mutluyum mutlaka bana bir şeyler kattığını düşünüyorum ama keyifli zaman geçirdiğimi söyleyemem. Keyif için değil öğrenmek, Türk Edebiyatına farklı bir gözle bakmak için okuduğum ve öyle anımsayacağım bir eser oldu. 


PUAN: 2.9 

26 Temmuz 2025 Cumartesi


 DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU KİTAP YORUMU: 

-Elimdeki baskının arka kapak yazısı mevcut değil. Yazarın portresi bulunuyor- 

YAZAR: PEYAMİ SAFA

YAYINEVİ: ÖTÜKEN NEŞRİYAT (1993 BASKISI)

SAYFA: 114

YORUM: Herkese merhaba bugün Türk klasikleri dendiğinde akla gelen bir kitapla geldim, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu... Okumak için biraz geciktim mi? Evet ama olsun anlayarak, yorumlayarak ve tam bir tahlille okumak çok önemli. Bazı klasiklerimiz lise, ortaokul gibi erken yaşlarda bir ödev gibi dayatıldığında bence o eserlerin kıymeti kayboluyor. Gençler bu kitapların maneviyatından çok alacakları nota odaklandıkları için özümseyemiyorlar ve hatta Türk klasiklerine bir nebze duvar örüyorlar. Benim elimdeki bu baskı gibi günümüz Türkçesinden bir nebze uzak olan baskılara zaten hiç yaklaşılmıyor. Neyse burada beylik laflar etmeyeceğim. 

Ben kitabı çok sevdim. Yazarın da hastane günleri göz önüne alındığında kitabın bir hastanın psikolojisini yansıtmaktaki başarısının kaynağı anlaşılıyor. Kitapta ki karakterin ismi yok. On beş yaşında olduğunu biliyoruz. Bacağından mustarip. Yedi senedir ağrısız, acısız yürümenin hayalini kuruyor genç adam. Uzak bir akrabası olan Paşa ona kol kanat germese belki de çok daha kötü olacak her şey. Hem Paşa'nın kızıyla da çalkantılı bir gönül ilişkisi içinde bu hasta genç. Kendinden dört yaş büyük Nüzhet ile hem kardeş gibiler hem de kardeşliğin ötesine geçen anlar paylaşıyorlar herkesten gizli. 

Aşık genç adam ama oluru yok gibi. Ayrıca önemli bir hekim de Nüzhet'e talip alıp Berlin'e götürmek niyetinde. Tüm bu olanların ardında genç adamın psikolojisi ve hekimlerle mücadelesi anlatılıyor romanda. Bacağı her an kesilebilir çünkü. Bir uzvun geride bırakacağı boşluğu kendince kıyaslıyor genç adam. Bir diş eksildiğindeki kalan boşluk hissini bacağında hissettiğinde ruhu daralıyor. Bir yandan çok okumak, çok yazmak derdinde ama hayat müsaade etmiyor.  İşte böyle... Kısa ama derin bir kitap. Olaylardan çok psikolojik çözümlemelerle öne çıkıyor. Önerimdir okuyalım efendim. 

PUAN: 3.8 

24 Temmuz 2025 Perşembe


 BİR KUZEY MACERASI KİTAP YORUMU: 


ARKA KAPAK: Jack London’ın 1900 yılında yayımladığı Kurdun Oğlu adlı derlemenin içinde yer alan Bir Kuzey Macerası, Homeros’un Odysseia destanını andıran, zorlu engellerle dolu, çetin ve “dönüştürücü” bir yolculuğun hikâyesidir. Aleut adalarındaki Akatan’da yaşayan kabile reisi Naass, evlendiği gün karısı Unga’yı denizden çıkıp gelen sarı saçlı beyaz bir adama kaptırır. İki metreyi aşan boyuyla bir devi andıran, “tanrıların dünyanın ilk dönemlerindeki erkekleri örnek alarak kalıba döktükleri” bu adam, Unga’yı sırtına vurduğu gibi gemisine atlayıp oradan uzaklaşmıştır.

Naass intikamını almak üzere azılı düşmanının peşinden yollara düşer. Dünyayı dolaşıp bilgi ve görgüsünü artıracağı, macera dolu yıllar beklemektedir onu…





YAZAR: JACK LONDON

ÇEVİREN: LEVENT CİNEMRE

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA: 51

YORUM: Herkese merhaba bugün yine bir London kitabıyle geldim. Bu bir kitabın içinde bulunan ufak öyküyü tek basmayı düşünmüş yayıncılarımız. Bence doğru bir karar değil sanki. Artıca şunu da başlatan söylemek gerek bence London'un romancılığı hikayeciliğinden daha iyi.  Arka kapakta konu gayet iyi anlatılmış ben de kısaca değiniyim. Düşman ailelerin çocukları bir şekilde evlenmeye kara veriyor. Aileleri arasında bizim kan davası gibi bir mesele var ve Naass bunu bitirmeye kararlı ve Unga ile evlenerek bu meselenin üstesinden gelmek derdinde. Kutupların hırçın çocukları bir şekilde evlenecekken tamda düğün gecesinde yabancı çok yakışıklı bir fok avcısı diyarlarına gelir. Unga'yı kaçırır daha doğrusu başta kadının rızası yok gibidir ama sonra kocasına çok aşık olacaktır. Tabii ki bu durumu onur meselesi yapan Naass diyar diyar dolaşarak karısını daha doğrusu karısı olacak kadını ve onu kaçıran adamı aramay başlar. Çok ince bir kitap olduğu için derinlikli anlatım beklememek gerekir. Yüzeysel bir anlatı, kısa vakitlerde kafa dağıtmak için okunur ama ben London'dan daha fazlasını bekledim açıkçası. 

PUAN: 2.9 

23 Temmuz 2025 Çarşamba


 YÖRÜNGEDE KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK YAZISI: 

Yörüngede **BOOKER ÖDÜLÜ 2024 KAZANANI**
Uzay araçları içinde dünyanın yörüngesi etrafında dönen altı astronot: Nell, Roman, Anton, Pietro, Chie ve Shaun. Görevleri meteorolojik veriler toplamak, bilimsel deneyler yapmak ve insan bedeninin limitlerini test etmek. Ama hepsinden fazlası gözlemlemek.
Yörüngede günde on altı gündoğumu ve on altı günbatımına şahit olurken kıtaları aşıyor, buzullar, çöller, dağ zirveleri ve engin okyanuslar geçiyor, mevsimleri bir bir arkalarında bırakıyorlar fakat ne kadar uzak olursa olsun Dünya’nın süregiden çekiminden alamıyorlar kendilerini. Chie, annesinin ölüm haberini alırken bir yandan amansız bir tayfun sevdiklerini tehdit ediyor; insan hayatının kırılganlığı sohbetlerinin, korkularının, rüyalarının başlıca konusu oluyor.
Samantha Harvey kendisine 2024 Booker Ödülü’nü kazandıran, görkemi şiirselliğine eş bu romanında okuru Dünya’nın, yaşamın ve insanlığın mucizesine tanık olmaya ve hayran kalmaya davet ediyor.
“Çağımızın en şaşırtıcı yazarlarından olan Samantha Harvey hem kısa hem dev romanı Yörüngede ile en beklenmedik, en büyülü eserlerinden birini ortaya koyuyor.”
–James Wood, The New Yorker
“Uzun zamandır okuduğum en güzel romanlardan biri.”
–Mark Haddon
“Göz kamaştırıcı.”
Financial Times

YAZAR: SAMANTHA HARVEY

ÇEVİREN: PÜREN ÖZGÖREN

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA: 163 


YORUM:  Herkese merhaba yeni bir kitapla geldim. Bu kitabı ilk ödül aldığı günden beri takip ediyordum. Çevirisinin geleceğini duyduğumda heyecanlandım çıktıktan kısa bir süre sonrada  hemen aldım. Uzayı, gezegenleri, astronotları okumayı çok seviyorum. Amatör bir uzay gözlemcisi olarak ben de teleskobumla bu dünyanın kapılarını aralıyorum. Bu merakım yüzünden kitap için fazladan beklentilere girdim, hele ki Booker Ödülü sahibi olduğunu düşünürsek bence yerinde bir beklentiydi bu.  Ne yazık ki kitabın ilk sayfasından anlatım tekniği yüzünden çok zorlanmaya başladım. Dil ve üslup akıcılıktan bence uzaktı. Genel olarak olaylar yerine astronotların iç dünyasını okuyoruz fakat altı astronot arasındaki geçişler çok keskin olduğu için karakterlerle özleşemedim. 

Kısacası benim zor okuduğum, pek beğenemediğim bir kitap oldu. Şans vermek isteyenler bir denesinler derim belki bana hitap etmemiştir. 


PUAN: 2.7

14 Temmuz 2025 Pazartesi

MÜKEMMEL ANNE KİTAP YORUMU :


 
ARKA KAPAK YAZISI : Bir web sitesi vasıtasıyla tanışmış, kendilerine “Mayıs Anneleri” diyen bir grup kadın onlar. Ortak noktaları bebeklerinin mayıs ayında doğması. Haftada iki kere bebeklerini de alıp bir parkta buluşuyor, annelikle ilgili deneyimlerini paylaşıyorlar.

Bebekleri iki aylık olduğunda yorgunluklarını atmak, biraz eğlenmek için bebekleri babalarına bırakıp felekten bir gece çalmaya karar veriyorlar. Aralarında bir de bekâr bir anne var. Bebeği Midas’ı bakıcıya bırakmak zorunda. Eğlencenin doruk noktasında bakıcıdan Bebek Midas’ın kaçırıldığına dair bir telefon geliyor ve kâbus dolu günler başlıyor.

Polis sorgusu sürerken, basının bütün ilgisi Mayıs Annelerine yö- neliyor. Geçmişleri didik didik edilen annelerin hayatlarındaki sırlar bir bir ortaya çıkıyor.

Yayımlandığı hafta New York Times çok satanlar listesine giren Mükemmel Anne, Aimee Molloy’un ebeveynliğin zorluklarını, toplumun anneler üzerindeki baskılarını büyük bir beceriyle yansıttı- ğı yüksek tempolu, gerilim yüklü bir roman.

YAZAR :  Aimee Molloy

ÇEVİRMEN : Begüm Kovulmaz

YAYINEVİ : Hep Kitap

SAYFA SAYISI : 305

YORUM:  Herkese merhaba. Bugün size kitapçıda tesadüfen karşılaştığım bir kitaptan bahsedeceğim.

O sıralar gerilim dizileri izlediğim için beni geren, sonunu merak ettirecek bir kitap okumak istemiştim. Arka kapak yazısına bakınca tam da istediğim türde bir kitaba benziyordu. Emin olmak için kitabın yorumlarına göz atmak istedim. Bir yorumda: ‘Sırf sonu için bile okunmaya değer’ yazıyordu. Bu yoruma tutunarak kitabı okumaya karar verdim.

Ama kitap, beklentilerimi hiç karşılamadı. Gerilim ve gizem unsurları oldukça azdı. Son elli sayfada bir şeyler olmaya başladı ama bunlar da tatmin edici değildi. Sadece sürekli anne dertleri okudum, içim şişti. Bir de kitabın şimdiki zaman kipinde yazılmış olması beni gerçekten çok yordu. Bitirebilmek için epey çabaladım.

Sonu iyi çıkar umuduyla elimden bırakmadım ama benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Keşke sonu tatmin edici bir şekilde bitseydi de, ben de ‘Okuduğuma değdi’ diyebilseydim.

Okumanızı pek tavsiye etmiyorum😅





BABAM İFLAS EDİNCE KİTAP YORUMU :

 


ARKA KAPAK YAZISI :  
 Her şeyinizin elinizden alınacağını söyleseler ne yapardınız?

Bir çare arardınız elbette.

Ben de öyle yaptım. Çaremi buldum…

Ya da belamı!

Lüks markalar, bitmeyen alışverişler, süslü kıyafetler, yüksek topuklar… Güzelliğimi tamamlayan bu şeyler, hayattaki tek önceliğimdi. Zengin babam sayesinde istediğim her an onlara sahip olabiliyordum ve her şey mükemmeldi.

Sonra bir anda babam iflas etti! Nefes almamı sağlayan markalarım ellerimden kayarken, ailem düşmeden önce bana bir halat uzattı. Murat Arsever’i…

O zengin, yakışıklı, harika ve biraz cimri adamı…

Murat’la evlenirsem lüks hayatıma devam edebilirdim. Onunla evlenmeliydim…

İşte bu kadar basitti...

Ya da değildi!

Çünkü biz, paranın iki yüzü kadar farklıydık…

Murat amaçları, değerleri, kuralları olan, dediğim dedik biriyken; benim tek amacım lüksümü sürdürecek zengin bir kocaydı.

Ben onu tanıdıkça ona âşık oldum. Oysa Murat, beni tanıdıkça benden nefret etti.

lbimdeki mağazaya krallığını kuran bu adama aşkımı kanıtlamam ve onun da beni sevmesini sağlamam gerekiyordu.

Gardırobum için… Hayatım için…

En çok da kalbim için…

YAZAR : Asude 

YAYINEVİ : Ephesus Yayınları

SAYFA SAYISI : 464

YORUM:  Herkese merhaba! Bu sefer size benim için yeri ayrı olan bir kitaptan bahsetmeye geldim. Bu kitabı ilk kez 2012 yılında okumuştum. O zamanlar kitap Facebook’ta bölüm bölüm yayınlanıyordu. Kardeşimle birlikte birbirimize sırayla okur, deli gibi eğlenirdik. Bizim için çok güzel anıları olan bir kitaptı.

Sonradan bu Facebook’taki bölümler kitap hâline geldi ama biz zaten okuduğumuz için devamını pek takip etmemiştik. Geçenlerde kardeşimle sohbet ederken bu kitabı bir anda hatırladık. “Kesinlikle tekrar okumalıyız!” dedik. Ve geçen hafta bir kitapçıda bu kitaba denk geldim. Hemen yapıştım resmen! Eski basımdı ama çok yeni duruyordu.

Önce kardeşim okudu, sonra ben başladım. Ben de okudukça kitabın dedikodusunu yaptık . (Bu arada Pabucumun Ajanı’nı da aynı kitapçıda buldum, onu da yakın zamanda okuyacağım.)

Fark ettim ki, kitabı neredeyse hiç hatırlamıyormuşum. Kardeşimin hafızasında birkaç sahne kalmış ama bende o da yoktu. Yazarın dili gerçekten çok eğlenceli. Okurken eğlenmemek mümkün değil. Üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen kitabı okurken eski bir zamana aitmiş hissi yaşamadım. Tabii bahsedilen bazı diziler bana çok yabancıydı ama bunlar hikâyeyi etkileyen şeyler değildi.

Verda ve Murat’ın ilişkisi çok tatlıydı ama bana göre bazı yerlerde biraz toksikti. Gerçi bu toksik dediğim şeylerle ilgili muratın bahanesi sağlamdı. Yine de o kısımlar bana göre değildi, biraz rahatsız oldum ama çok az.

Genel olarak çok güzel bir aşk hikâyesiydi. Hem çok eğlenceli hem çok romantikti. Okurken gerçekten çok keyif aldım, kitabı elimden zor bıraktım. Beni yüksek sesle güldüren kitaplara bayılıyorum; bu kitap da onlardan biriydi. Sonlara doğru "Ne oluyor ya?" dedim ama genel anlamda bakınca güzel bir son yazılmıştı.

Yazarın diğer kitaplarını da kesinlikle okuyacağım. Dili gerçekten çok hoşuma gitti. Kardeşimle birlikte kitabın dedikodusunu yapmak çok güzeldi. Eski ama eskimeyen bir kitaptı. Eğlenmek için bir şeyler arıyorsanız, bence mutlaka okumalısınız.💓





13 Temmuz 2025 Pazar


 YALAN SATICISI KİTAP YORUMU:

ARKA KAPAK:  “Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbette. Neyse, önemli değil. Sıfatların üzerinde durmaya değmez. Deliliği de, çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.

 
Yarattığı karakterlerle hayatı paylaşan bir yazar. Namı diğer Yalan Satıcısı… Ankara’nın müşfik mekânı Kıtır’ın masalarında yazılmaya başlanıp biber gazına bulanmış meydanlarına taşan bir hikâye.
 
Attilâ Şenkon, romanın kâğıtta durduğu gibi durmadığını hatırlatıyor. Edebiyata tutkun bir oyunbaz.
 
Yalan Satıcısı, Nilüfer’in güzel sesinden dinlemeye doyamadığımız şarkılar gibi…

YAZAR: ATTİLA ŞENKON

YAYINEVİ: İLETİŞİM YAYINLARI

SAYFA: 118 

YORUM: Ahhh yine Attil Şenkon ve yine benim garip hislerim.  Niye dokunuyorsun bana bu kadar be adam diye bağırasım geliyor.  Ankara da geçen öyküler mi? Yazarlık, yazmak üzerine olan yazıları mı? Yoksa garip tesadüfler mi? Bilemedim! Kitapta 7 Ocak 2009 Ankara'da geçen bir gün anlatılıyor... Benim için önemi büyük, istesem de unutamadığım o günü yıllar sonra bir yazarın kaleminden tekrar okumak garip bir his. Yazarın anlattığı gibi kapkaranlık bir kış günüydü.... 

Neyse tamam kitap yorumcusuna dönüşme vakti :) 

Kitap Gökkuşağına İki Bilet kitabının devamı gibi hatta gibisi fazla bence. Evet tek başın kesinlikle okunur ama bence bu iki kitap devam niteliğinde. Ben rastlantı olarak neredeyse arka arkaya okuduğum için çok mutlu oldum.  Yazar Işık artık epey yaşlanmış Kıtır'da roman kahramanlarıyla buluşup mücadele ediyor. Yalan satıyor yani. Bildiği yalanları önce kendine  satıp sonra bize kakalıyor. Biz okurlarda bile isteye o kadar kanıyoruz ki bu yalanlara... 
Bir yalana yalan olduğu halde inanıyoruz. İçindeki gerçekleri cımbızla ayıklarken bir bulmacayı çözer gibi sancılı bir haz duyuyoruz. Ben Attila Şenkon ve kitapları ile tesadüfen tanıştım ve en sevdiğim yazar olma yolunda ilerliyor kendisi. Okuyalım okutalım şiddetle tavsiye ederim.

PUAN:4.6 

11 Temmuz 2025 Cuma

ÇOCUKLUĞUM 

-Otobiyografik Anılar- 

 KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: Kırgız halkının siyasi ve toplumsal kırılma anlarını ve büyük değişimlerin yarattığı derin sancıları anlattığı eserleri 176 dile çevrilen büyük usta Cengiz Aytmatov’un dilinden; çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair hem okuma lezzeti vadeden hem de kaynak niteliğinde eşsiz bir eser!

Halkının yaşadığı zorluklara kayıtsız kalamayan yüksek bir ruhun tüm dünyada yüzbinlerce okura ulaşan eserlerine esin kaynağı olan, onu sadece Kırgız edebiyatının değil dünyanın en önemli yazarlarından biri yapan yazın serüvenin ilk sıçrayış noktasından hatıralara yer veren Çocukluğum, Aytmatov’un uzun soluklu yürüyüşünün ilk adımlarına odaklanıyor.

“Sanatçı ve halk iki birleşik değerdir. Halk yetenekli insanlar olan sanatçıları yaratır ve yine halk kendi sanatçılarının yarattığı en iyi eserlerin değerini bilir ve korur. Burada bağlantı çift taraflıdır: Sanatçı halkın manevi temelini, halk da aynı şekilde sanatçının manevi temelini oluşturur.”

YAZAR: CENGİZ AYTMATOV 

ÇEVİREN: FATMA & SERDAR ARIKAN 

YAYINEVİ: KETEBE 

SAYFA SAYISI: 148

YORUM: Herkese merhaba yine bir yazarın hem de Türkler için çok özel bir yazarın çocukluk anılarıyla geldim. Ben yazar otobiyografileri okumayı her zaman sevdim. Yazarların hayata bakış açıları, olayları değerlendirme şekilleri ve daha sonra bunların eserlerindeki tezahürleri bana ilham oluyor. Cengiz Aytmatov'un bu anı kitabı aslında bir ses kaydından, bir röportajdan derlenerek oluşturulmuş.  Bu beni biraz ürkütmüştü, kitap samimiyetini yitirdi mi diye endişelenmiştim ama hayır gayet samimi ve güzeldi. Elbette edebiyat yaşamına nasıl başladığı, yazmaya nasıl ilgi duyduğu, hangi yazarlarla güçlü baplar kurduğunu bilmek, entelektüel kimliğine daha yakından bakmak isterdim. Kitap genel olarak Şeker köyünde geçen çocukluk yılları üzerine. Sosyalist Rusya da yaşamanın ne denli zor olduğu, halkın ne kadar perişan halde olduğu üzerine kurulu diyebilirim. Son bölümlerde Cemile, Yüz Yüze ve Selvi boylum Al yazmalım kitapları üzerine yazar konuşuyor bu bölümlerin daha detaylı anlatımı olsun isterdim açıkçası. 

Kitap hem Sosyalist Rusya ve ona bağlı olan ülkelerin konumunu görmek birinci elden fikir sahibi olmak için önemli, ayrıca Kırgız Türklerinin bazı gelenek göreneklerini de anlamak adına kıymetli.  Severek okudum, kısa öz bir kitaptı. Önerimdir efendim okuyalım...


PUAN: 3.7 




 

5 Temmuz 2025 Cumartesi


 GÖKKUŞAĞINA İKİ BİLET KİTAP YORUMU: Gökkuşağına İki Bilet’te Attilâ Şenkon 70’li yılların darbelerle, siyasi çıkmazlarla örülü tekinsiz ortamında çocukluktan yetişkinliğe geçişe; hayatın peşine birlikte düşen bir baba ile oğlun hikâyesine bakıyor. Böylece gündüzdüşleriyle gerçeklerin, kalp kırıklıklarıyla heyecanların, aşklarla dostlukların ve yazmaya dair büyük bir arzunun yalın, samimi bir dille iç içe geçtiği bir roman çıkıyor ortaya.

“…Ama yazdıkça kendimi daha iyi tanıdığımdan eminim.

İçimde bulduğum her yeni ben kadar, yaşamlarını düşlediğim başka kişilerle de giderek çoğalıp varsıllaşıyor bazen yaşadıklarımı temize çekerken, bazen yaşayacaklarımın provasını yapıyorum.”

YAZAR: ATTİLA ŞENKON 

YAYINEVİ: EVEREST YAYINLARI

SAYFA: 105 

YORUM:  Herkese merhaba bir tesadüf eseri tanıştığım sonra çoook sevdiğim yazar Attila Şenkon'un Gökkuşağına İki Bilet kitabıyla geldim. Yazarın daha önce iki öykü kitabını okuyup çok sevmiştim bu eser de bir kısa roman niteliğinde. Çok sıcak, çok dokunan bir kitap. Nedense bana çok dokundu, çok sevdim. Bir baba oğul hikayesi, bir çocukluk anlatısı, bir Türkiye panaroması.... 

Işık ismindeki küçük çocuğun babasıyla olan olağanüstü güzel ilişkisini okuyoruz. Hayatın zorlukları, mahalle arkadaşlıklarının yanı sıra karşılıksız aşklarda var kitabın küçük dünyasında. Bir gün yazmaya da meraklanıyor Işık. Yazarak anlatmak istiyor kendini. Gerçi babasıyla hep yazıyor ama bu seferki farklı... 

Bilemedim nasıl anlatsam daha fazla ufacık bir kitapta dokunaklı onca kelime nasıl var oldu bilmiyorum. Yazarla tanışın, okuyun derim. Tavsiyedir... 


PUAN:  4.7

2 Temmuz 2025 Çarşamba

ÜÇ İSTANBUL KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK:  Türk romanının kilometre taşlarından biri daha Oğlak Klasikleri arasında... Yirmiyi aşkın, önde gelen roman kahramanı, bir romanı roman yapan bütün ruh çözümlemeleriyle karşınızda. Bir o kadar sayıda gerçek tarihi kişilikler ile başka yardımcı unutulmaz tipler romana ustaca yedirilmiş... Simsiyah ve otuz üç yıl sürmüş Abdülhamit dönemi baskısıyla “İstibdat İstanbul’u”... Ve bütün bu İstanbullar’ı dikey olarak kesen bir yazar hayatı: Muharrir Adnan Bey.
Bugüne kadar yapılmış olan bütün sıralamalarda ilk 10’a girmiş olan efsanevi roman Üç İstanbul’u okumuş olanlara katılmak isteyenlere. 

 

YAZAR: MİTHAT CEMAL KUNTAY 

YAYINEVİ: OĞLAK YAYINLARI

SAYFA: 575

YORUM:  Herkese merhaba bugün çok uzun zamandır okumak istediğim bir kitapla geldim. Üç İstanbul... Yazarın tek kurgusal eseri olsa da büyük oranda tarihe ışık tutuyor diyebiliriz. Kitabın ismi üç farklı dönemden geliyor. İstibdat dönemi, İttihatçıların yönetimi büyük oranda ele aldığı dönem ve milli mücadele, mütareke dönemi. 

Kitap tamamen tarih kitabı değil, hayır korkmayın. Kitap tam olarak tarihle iç içe harika bir kurgu. Beni bu tarihi romana daha çok bağlayansa Adnan karakteri. Kendisi bir muharrir yani yazar. Bütün kargaşaların içinde bitirmeye çalıştığı romanı kendi kibri gibi ne bitiyor ne de kaldırıp atılamıyor... 

Kitapta kırktan kadar karakter var ve her biri baş karakter niteliğinde diyebiliriz. Bu kırk karakterin arasında akrabalık, dost ve düşman ilişkileri olduğu için bunları takip etmek biraz zor olsa da ilk bir kaç yüz sayfada alışıyorsunuz.  Kitabın dili içinse saatlerce konuşabilirim çok lezzetli, çok kıymetli ve edebi bir dil. Tabii döneme ait bizlere uzak terimler, unvanlar çokça kullanıldığı için okuma hızımı düşürdü fakat  onlara da alıştım. Hatta araştırırken eski kelime dağarcığımı da biraz olsun geliştirdim diye düşünüyorum.  

Kitabın konusuna kısaca değineyim. Uzun uzun anlatmak istesem de bu zor çünkü bu denli hacimli bir kitap çok katmanlı ve bu katmanlar arasındaki geçişler dahi farklı bir kitap olabilir gibi hissediyorum. 

Yazar yahut yamak için didinen Adnan Bey henüz taze avukattır.  Babası 93 harbinde ölünce annesiyle İstanbul'a gelmiş burada büyümüştür. Babası gibi nice şehitlerin, yaşadığı zor çocukluğunun suçlusu olarak 2.Abdülhamit ve onun sadrazamlarını, paşalarını görüyor.  Baskıcı dönemi eleştiren aydınlarla bir araya gelerek sistemi eleştiriyor, gelecek için hayaller kuruyor. Bütün bu entelektüel kimliğinin yanı sıra hasta annesine bakmak için çalışmak zorunda. Tarih ve edebiyat öğretmenliği yaparak geçinmeye çalışırken kendini her zaman haksızlığa uğramış hissediyor. Gelecek için istemeden hırslara bürünüyor...  

Ders verdiği iki hanımefendiden birine sırılsıklam aşık olunca işler karışıyor. Güzeller güzeli Belkıs  Erkânıharp Müşirinin kızı. Adnan onu gördükçe fakirliğine lanet ediyor bu durum hırslarını her geçen gün tetikliyor.  Tarihin içinde bir aşk üçgenini okuyor Adnan'ın hırslarına yenik düşüşünü, sahte dostluklarla gönül eğleyişini okuyoruz. 

Bu çok katmanlı romanı okuduktan sonra kaçırdığım noktaları yakalamak için Fethi Naci'nin "Yüz Yılın 100 Türk Romanı" kitabından Üç İstanbul kısmını okudum.  Romanı gerçek anlamda çok iyi tahlil eden Naci şöyle diyor, "Çürüyen, yozlaşan İstanbul ve bu İstanbul'un çürümüş yozlaşmış insanları... Mithat Cemal Kuntay'ın romanından sürekli olarak bir leş kokusu gelir burnunuza...  O çürüme içinde namuslu insan olarak  Şair Raif'le  Dağıstanlı Hoca'yı, iyi insan olarak bir Süheyla'yı görüyoruz... Mithat Cemal, namuslu ve iyi insanları anlatmaktan zevk almaz gibidir..." 

 Eseri okursanız kesinlikle  Fethi Naci'nin yorumlarını da okuyun derim. Bir başka kitapta görüşmek üzere...