function goClicked() { $('#yunero').empty().append(' loading ...'); youTubeURL=$('#youTubeUrl').val(); loadYunero(); }

30 Kasım 2025 Pazar


 ADEMDEN ÖNCE KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Âdem’den Önce rüyalarında tarihöncesi bir çağda yaşayan alter ego’su Kocadiş’in başından geçenleri gören modern bir Amerikalı çocuğun öyküsüdür. O çağda üç ayrı tür insansı bulunmaktadır: Henüz ağaçtan inmemiş, vahşi maymunlara daha yakın Ağaç İnsanları; Kocadiş’in “Halk” olarak adlandırdığı ve kendisinin de ait olduğu, hem ağaçlarda hem de mağaralarda yaşayan tür; bir de bu insansıların en gelişmişi olan, ateş yakıp ok ve yay kullanan Ateş İnsanları.

 Eser 20. yüzyıl başlarında evrim meselesini kamuoyunun gündemine taşımasıyla dikkat çeker. London modern anlatıcısının binlerce asırlık bir mesafeden baktığı ilkel insanın düşünce yapısını düş gücüyle zenginleştirerek aktarır. Uzak atalarımıza ve içinde yaşadıkları, dur durak bilmeyen bir çatışma ve hayatta kalma mücadelesinin süregeldiği gaddar dünyaya ilişkin karanlık bir tablo çizer.

YAZAR: JACK LONDON 

ÇEVİREN: LEVENT CİNEMRE 

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA: 152

YORUM: Herkese merhaba okumayı çok sevdiğim Jack London kitaplarından belki de en ilginciyle geldim. London genelde denizcilik, kuzeyde gecen maceralar ve biraz da hayvanların kahraman olduğu eserler yazmış. Kalemine aşına olanlar yazarı bu şekilde tanıyor fakat zamanında tefrika halinde basılan Ademden Önce sanırım onun en özel kitaplarından. Yeni yeni Darwin ve evrimin bilim camiasında yayılmasıyla başlayan tartışmalarda - o zamanlar kısıtlı bir bilgi birikimi olsa da- London tarafını belli ediyor. Kitabın sonunda yer alan açıklama Açıklamalar ve Paylaşımlar kısmında çevirmen Levent Cinemre de bu konulara değinmiş çok uzatmayayım. 

Dönemine göre oldukça cesur ve bazı açılardan öngörüsü yüksek bir kitap. 1906 yılında yazılması göz önünde tutulursa esere günümüzde burun kıvırmak mümkün değil. Kapak tasarımının da bence kitabın ağırlığından biraz törpülediği kanısındayım. Uzattım, tamam konusuna gelelim...

Kitabımızda bir çocuk var. Rüyalarında kendine ait olmayan anılar, hatıralar ve tabii ki bir mekanlar görüyor. Uyanık olduğunda göremediği cinsten insanlar, görmediği cinsten ağaçlar ve doğa... Başlarda yadırgamıyor ama büyüdükçe farklı olduğunu anlıyor. Kimseye anlatamadığı bir sırrı var artık... 

Bu kişi atalarından miras kalan anıları birer film gibi izliyor rüyasında. Düşleri onu Pleyistosen Çağı'na kadar götürüyor. Bu fantastik temelin üzerinde yükselen gerçeğe çok yakın bir eser okuyoruz. Ben kitabın arka kapağını okuduğumda ikili bir anlatı beklemiştim. Gündüz yaşantısı ve bir hikaye daha sonra geceleri düşlerdeki gerçeklikler. Hayır öyle değil. Bize hikayesini anlatan kahramanımız normal hayatına pek değinmeden düşlerinden derlediği öyküleri bir bütün içine sokarak bize anlatıyor, biz de günümüzden binlerce yıl öncesine gidip insanın o acımasız doğasıyla yüzleşiyoruz. 

Kitapta üç tür var. Biri insansı, maymuna daha yakın olan bir tür. Anlatıcı bunlara Ağaç İnsanları diyor. İkinci tür anlatıcının da dahil olduğu Halk. Bunlar karada yaşamaya biraz daha uyum sağlamış yavaş yavaş dikleşen ama yine tam olarak insan diyemeyeceğimiz canlılar. Üçüncüsü ise modern insana çok yakın Ateş İnsanları... Bu üç ırkın birbirine yaklaşımları, tarih öncesinden esen bir rüzgarla bize anlatılıyor. Kitap akıcı, dili güzel. Dönemine göre cesur, bilemedim daha ne demeliyim. 

Tefrika edildiği için belki de bir kaç yerde tekrara düşülmüş. Bazı kelime seçişleri atmosferin büyüsünü bozuyor ama bu çeviriden mi yoksa orijinal metin de de o kelimeler mi yer almış bilemiyorum.  London okumayı seviyorum. Bu kitap da yazarın başka bir tarafına ışık tutuyor. Okuyun erim. 

PUAN: 3.9 


26 Kasım 2025 Çarşamba


 AŞK ARTIK BURADA OTURMUYOR KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK:

 Sevgilisi tarafından terk edilen kadın kahramanımız, aşk acısından ne yapacağını bilmez haldedir. Falcılardan, medyumlardan medet umarken ve gecesi gündüzüne, geçmişi bugününe karışmış halde düşler görürken karşısına “Neomikrobiyoloji” uzmanı hücre mühendisi Nizami Öney çıkar. Kaçak sevgiliyi bir saç telinden yeniden üretmeyi başaran Nizami Bey’le beraber, kendi durumundaki kadınlara yardım etmek için bir “Mutluluk Kliniği” kurar. Ancak laboratuvarda yeniden bedenlenen bu sevgililerle ilgili bir sorun vardır: Kliniğin hizmet koşulları, beğenilmeyen erkeğin iadesini de kapsamaktadır.

 
Zincir gibi birbirine eklenen öykülerin oluşturduğu bir roman olan Aşk Artık Burada Oturmuyor; ayrılıklar, aşk acısı, kavuşma ve düş kırıklığı döngüsünde, kadının gözünden erkeği, erkeğin gözünden de kadını göstererek ironiyi ve empatiyi yan yana getiriyor.

YAZAR:  Nazlı Erey 

YAYINEVİ: EVEREST YAYINLARI 

SAYFA: 144

YORUM:  Herkese merhaba bugün kalemiyle tanışmayı çok istediğim bir yazar ve eseriyle geldim. Nazlı Eray Türkiye'de büyülü gerçekçilik denildiğinde akla gelen ilk isimlerden bir olarak dikkat çekiyor. Ayrıca bir yönüyle Ankara yazarı olması da benim için büyük bir artıydı. Bundan hep aklımda kalemiyle tanışmak vardı.  Eskişehir ziyaretimde bir kitapçıda görmüştüm, "Aşk Artık Burada Oturmuyor," kitabını. Fiyatı da çok çok uygundu hemen aldım. 

Özellikle arka kapak yazısı çok iddialıydı. Yazıldığı dönemi düşündüğümüzde gerçekten döneminin ötesinde bir fikri okuyacağımı hissetmiştim.  Kitap çok da başarılı başladı, her sayfada, "Hadi," diyerek beklediğim olaylar bir türlü gelmedi burada biraz keyfim kaçtı. Terkedilen bir kadının hezeyanları gerçekten çok güzel anlatılmıştı orası kesin lakin arka kapaktaki olaylara gelmek istiyordum.  Lakin son yirmi sayfada çözüm bölümünde beklentilerimi karşılamayan bir şekilde konu işlendiğinde hayal kırıklığı yaşadım. Sanırım ben fazla beklentilere girmiştim bilemedim. 
Sanıyorum yazara başlamak için yanlış kitaptı bu. Kabul, ayrıca hala diğer kitaplarını çok merak ediyorum yazarın. Okumaya devam edeceğim. 

Kitabın tam olarak konusundan ve içeriğinden nasıl bahsedebilirim bilemedim. Terk edilen kadınların hüzünleri, bu durumla baş etme yöntemleri ele alınıyor. Bana kalırsa bazı yerlerde hicivle karışık eleştiriler mevcuttu. Büyülü gerçekçilik biraz fazlaydı bu da tam olarak neredeyim sorusunu sordurdu bana. Benim izlenimlerim böyleydi. Sizin Nazlı Eray'dan okuduğunuz ve okumalısın dediğiniz bir eser varsa tavsiyelerini bekliyorum. Başka bir eserde görüşmek üzere.... 

PUAN: 3.6 



18 Kasım 2025 Salı


 KİTAP YİYİCE KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Adar Cardoso ve Faustino da Silva yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, yaramazlıklarıyla çarşıyı pazarı birbirine katan, şölenleri yağmalayan, uyuyan balıkçıların bıyıklarını kesen, arakçılıkta usta Lizbonlu iki küçük yumurcaktır. Günlerden bir gün talihsiz bir kovalamaca sırasında Gonçalves adında bir papazın eline düşerler. İki çocuğu kilisesinin mahzenine kapatan bu papazın tek amacı onlara okumayı öğretmektir. Açlık ve sefalet içindeki ikiliden Adar, burada en kıymetli parşömenlerden birine yazılmış eski bir kodeksi yiyiverir… Bu büyülü kitap onu kitap yemeden duramayan, şehrin kütüphanelerini altüst edecek Kitap Yiyici’ye dönüştürecektir.

Sırtını edebiyat devleri Pantagruel ve Gargantua’ya yaslayan bu kitap, okurları 1488 Lizbon’unun ara sokaklarından şölen sofralarına, manastırlarından göz kamaştırıcı kütüphanelerine uzanan benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Masalsı üslubunu ve kıvrak kalemini kitaplar ve kütüphaneler üzerine özenli bir araştırmayla destekleyen Malandrin, ruhlarını kitapla besleyenlerin sofralarına benzersiz bir katkıda bulunuyor

YAZAR: STEPHANE MALANDRIN 

ÇEVİREN: KENAN SARIALİOĞLU 

SAYFA: 128

YAYINEVİ: İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI 


YORUM:  Herkese merhaba kitaplarla dolu bir kitapla geldim.  Kitap ilk çıktığında gerek hikayenin geçtiği tarih gerekse kitaplarla bezeli konusu çok hoşuma gitmişti. Ne okusam soruma ilk yanıtlardan biri olarak elim bu kitaba gitti ben de hevesle başladım. 

Kitabın konusu İspanya 1470'li yıllarda dini açıdan karışıklıkların olduğu epey hareketli yıllar. Bu yıllarda Yahudi olan bir kadına zorla Hristiyanlık benimsetilmiş daha sonra içten içe hala Yahudiliğe bağlı olduğu anlaşılınca kocası öldürülüyor kendisi de hamile bir şekilde Lizbon'a kadar kaçıyor. Kadın orada kendisi gibi hamile  çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan bir kadınla dost oluyor. Kısmet bu ya aynı gün doğuruyorlar. İspanyadan kaçan zavallı kadın Adar Cardoso'yu doğururken ölünce diğer kadın bu çocuğa sahip çıkarak kendi oğluyla kardeş gibi büyütüyor. 

Yıllar geçiyor ve Adar ile Faustino ele avuca sığmayan çokça yaramaz bir ikiliye dönüşüyorlar. Yaramazlıklarının birinde bölgenin mendebur papazının eline düştüklerinde asıl hikaye başlıyor. Gizemli bir kitap, iki çocuk, bir de zindan. Adar bu zindandan bir Kitap Yiyici olarak çıkacak.... 

Kitap fazlasıyla metaforik bir anlatıma sahip  eseri tam olarak yorumlamak ve anlamak için sanırım dönemin şartlarına, Yahudi mitlerine ve ayrıca Hıristiyan anlatılarına hayli hakim olmak gerekebilir. Ben kendimce anlamlandırmaya, yorumlamaya çalıştım elbet ama mutlaka eksik kalan yanlar olmuştur. Kitabın dili aslında bir yere kadar güzeldi sonra çok genel betimlemelerle  bazı tutarsızlıklarla beni sarstı. Bir devin çatıları delmesi anlatılırken normal boyutlarda bir kitabı ısırarak yemesi gibi boyutlandırmada biraz sorunlar vardı gibi. Temel olarak Hıristiyanlığın yaşanış biçimi, bazı gelenekleri ve dini kitaplara yönelik eleştiriler vardı. Oldukça üstü kapalı yapılsa da bunlar anlaşılacak kadar açıktı. 

Tam olarak sevdim yahut sevmedim diyemiyorum. Farklı bir tadı olan garip bir kitaptı. Bir inanca bir bölgeye bir çağa ait olduğu için evrensel şeyleri bulmak empati kurmak biraz zordu benim için. Şans verin derim. Bir başka eserde görüşmek üzere hoşça kalın. 

PUAN: 3.2

11 Kasım 2025 Salı


 İÇİMDE KİM VAR KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Babasını hiç tanımayan, baba ve koruyucu özlemini, usta-çırak, baba-kız, öğretmen-öğrenci ilişkisi kurduğu bir yabancıda gideren Suna; babasının yerine bir yabancıya hayranlık duyan otelci genç Çiko; oğlunu hiç görmemiş, kendi dünyasında boğulmuş bir kayıp baba, Orson Cezmi; Orson’un garip dünyasını paylaşan set işçisi Rıza; babasını eski bir filmde, İstanbul’un saklı köşelerinde kendi içsel yöntemleriyle arayan Metin; oğlunu yalanla büyüten, bütün hayatını bir yalan üzerine kuran Behice... Asla kesişmeyen paralel yaşamlarında mutsuzluklarıyla yoğrulanlar ve bir insanın, herkesin zihninde farklı oluşan portresi 



YAZAR: YEKTA KOPAN 

YAYINEVİ: CAN YAYINLARI

SAYFA: 182 


YORUM: Herkese merhaba bugün Yekta Kopan'ın bir eseriyle geldim.  Daha önce yazarın "İki Şiirin Arasında" eserini okumuş çok sevmiştim. Okurken müzik çalan kitaplardandı. Hüzünlüydü... O dönemler yazarın bu kitabı D&R Can Yayınları yedi lira kampanyasındaydı hemen hevesle almıştım. Çok uzun yıllardır kütüphanemde öylece bugünü bekledi sabırla ve zamanı geldi. Okudum. İyi ki de okudum. Çok geç bile kalmışım çok sevdiğim bir kitap oldu. Dili, anlatım biçimi bana çok hitap etti. İç içe geçmiş yaşamların romantik sıradanlığında kendi hayatınızdan çok iz buluyorsunuz. Hayatın alaycı tesadüfleriyle harmanlanmış temelde öykü öykü ilerleyen bir roman. Evet kesinlikle bir bütünlük sağlıyor ve bir roman okuyorsunuz. Ama kimi bölümler upuzun monologlarla dolu. Kimi bölümler tek taraflı mektuplarla...  Kopan okumalarına çok ara vermeden devam etmek istiyorum. Şu an elimde başka kitabı olmasa da kısa süre de yeni bir kitabıyla tanışmak için heyecanlıyım.  

Kitap hiç durmayan bir yağmur akşamında başlıyor burası kitabın çatı kısmı diyebiliriz. Metin Konur'un masasına konuk olup bütün gece onunla "Yurttaş Kane" filmini izliyoruz ve arada bazı insanların hayatına şahit oluyoruz. Orson Cezmi,  Suna, Behice,  Rıza, Çiko'nun yaşamlarına tanık olurken Metin Konur'un bu karakterler arasında bir pinpon topu gibi sekişlerini okuyoruz. Kitabın geneli bilinç akışı ile yazılmış bu sebepten olay örgüsü  yoğun olsun, aksiyonu bol olsun derseniz bu kitap size hitap etmeye bilir. Ben çok sevdim önerimdir... 


PUAN: 4.2 



5 Kasım 2025 Çarşamba


 SEMERKANT KİTAP YORUMU: 

ARKA KAPAK: 

Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının  çevresinde dönen içiçe iki öykü...

1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bitmeyen bir serüven...

Bir elyazmasının yazılışının  ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/ tarihi... 

Yazar: Amin Maalouf 

Çeviren: Ali Berktay 

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Sayfa: 318 


YORUM: Herkese merhaba yine çok okunan çok bilinen artık klasikleşmiş bir eserle geldim. Uzun zaman önce bir sahaftan Semerkant'ın 2009 baskısını bulmuştum. O zamandan beri de kitabı okumak için çok sabırsızdım ve yılın son aylarında artık zamanının geldiğini düşündüm. Kitap aslında dört bölümden oluşuyor fakat ana eksen iki farklı hikayede dönüyor denebilir. İlk yarı binli yılların başında Büyük Selçuklu Devletinde geçiyor. Bir çok tarihi kişilikle beraber İran'da Özbekistan'da dolaşıyoruz...

Bu ilk bölüm gerçekten çok güzeldi. Hayyam, Nizamülmülk, Hasan Sabbah gibi tarihi figürlerle bir hayalin içinde dolaşıyorsunuz. Fakat ikinci bölüm benim için çok tatmin edici değildi. 1900'lerin başında Benjamin Lesage ile beraber Rubeiyat'ın peşine düşüyoruz. Bu tarihte İran iç karışıklıkları, meşrutiyet arzusu ve bir çok çatışmanın, kargaşanın göbeğinde İran siyasi tarihine dalıyoruz. Buralar fazlaca ansiklopedik bilgi gibi geldi bana. Çok fazla siyasi olay bunların ardındakileri okurken birden kurgu kayboldu ve sanki ben siyasi tarih kitabı okuyor gibi hissetin. 

Bu bölümlerdeki kurgunun zayıflığı okuma ritmimi önemli ölçüde düşürdü. Ne yazık ki ilk bölümdeki tadı ikinci bölümde alamadım fakat ne olursa olsun yine de güzel bir kitaptı. Üslup ve dil açısından da bazı eleştirilerim var aslında ama bendeki baskının epey eski olmasından kaynaklı belki de çeviriden kaynaklı olabileceğini düşünüyorum. Özellikle Hayyam ve Nizamülmülk'ün diyalogları nedense biraz yapay gibi geldi bana. 

 Kültleşmiş bu eseri okumuş olmaktan mutluyum ve tarihi kurgu okumak isteyenlere tavsiyemdir. Bir sonraki kitapta görüşmek üzere hoşa kalın. 


PUAN: 3.3